SlideShare a Scribd company logo
1 of 36
1
T.C.
MALTEPE ÜNİVERSİTESİ
FEN - EDEBİYAT FAKÜLTESİ
FELSEFE BÖLÜMÜ
Mezuniyet Projesi
ALBERT CAMUS’DE ABSURD
Hazırlayan
Bilge Yanılmaz
Danışman
Yrd. Doç. Dr. Güncel Önkal
Mayıs, 2012
İstanbul
2
ÖZET
Albert Camus felsefesini ‘‘absurd’’ kavramı üzerine kurar. Absurdün nedenleri ve
sonuçları üzerinde durur. Absurdun ortaya çıkışının en önemli nedeni olarak insanın
kendine ve dünyaya yabancılaşması oladuğunu belirleyen Camus, bu yabancılaşmadan
ve absurdden kaçış yolu olarak insanların umuda ve intihara sığındığını söyler.
Camus’ye göre absurd ile başa çıkmanın yolu ne boş bir umur ne kendisi de absurd
olan inithara yeltenmektir. Absurd ile başa çıkmak için başkaldırmak gerekir. Bu
çalışmada Camus’nun başkaldırı felsefesi Sisifos Söyleni ve Yabancı eserlerindeki iki
farklı karakterin absurd ile olan karşılaşmalarındaki ortaklıklardan hareketle ele
alınmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Absurd, Yabancılaşma, İntihar, Umut, Başkaldırı
3
İÇİNDEKİLER
ÖZET...............................................................................................................................2
İÇİNDEKİLER...............................................................................................................3
İTHAF/TEŞEKKÜR ......................................................................................................4
GİRİŞ..............................................................................................................................5
1. CAMUS’NÜN ABSURD HAYATI...........................................................................7
2.ABSÜRD KAVRAMI ve CAMUS ...........................................................................11
2.1. Sartre’da Absurd.............................................................................................17
3. ABSÜRDE KARŞI DURMAK ................................................................................19
4. CAMUS’NÜN ABSÜRD KAHRAMANLARI ........................................................24
4.1. Sisifos..............................................................................................................24
4.2. Meursault ........................................................................................................27
5.SONUÇ ........................................................................................................................33
KAYNAKÇA...................................................................................................................36
4
Teşekkür
Tez konusunun seçiminde, planlanmasında ve yürütülmesinde her türlü yardım ve
desteği gösteren tez danışmanım Sayın Yrd. Doç. Dr. Güncel Önkal’a ve yaşam boyu
öğrenmenin önemini sürekli vurgulayıp, hayatta umuda hep yer bırakmak gerektiğini bana
söyleyen, absürdün kötümserliğini güneşin iyimserliğine çeviren annem N. Tülay Taluğ’a
sonsuz teşekkürlerimle.
5
GİRİŞ
Doğa bilimleri ve sosyal bilimlerin pozitivizm etkisiyle gelişmesiyle felsefe hayattan
kopuk, salt teorik ve bir o kadar da soyut ve göreceli bir alan gibi gösterilmeye çalışılmıştır.
Felsefe kendi içinden doğurduğu bu bilimlerin eleştirisi altında ezilmiş ve eski parlark
günlerini yitirmiştir. Öyle ki, Eskiçağda doğayı anlamlandırmaya çalışan filozoflar bilimin
gelişmesine, Rönesans filozofları edebiyatın ve sanatın gelişmesine, 19. yüzyıl filozofları
siyaset biliminin gelişmesine önemli katkılar sağlamış olsalar da günümüzde bu katkılar
unutulmuş ve felsefe ‘‘deli işi’’ olarak adlandırılmaya, alay konusu kılınmaya başlanmıştır.
İçinde bulunduğumuz kapitalist dünya, insanı vahşi kapitalizmin çarklarından biri
haline getirerek araçsallaştırmış ve insanı üretim-tüketim döngüsünde kaybolmaya kadar
sürüklemiştir. 20. yüzyılın başlarında yaşanılan savaşlar ölümleri sıradanlaştırmış, kötülüğü,
adaletsizliği, ırkçılığı ve her türlü ayrımcılığı insanın doğasının sanki bir parçasıymış gibi
göstermeye çalışmıştır. İnsanın içine düştüğü (ya da düşürüldüğü) bu durum 20.yüzyılda
ortaya çıkan felsefe akımlarını da etkilemiştir. Bu yüzyılda orataya çıkan akımlardan bazıları;
fenomenoloji, post-modernizm, yaşama felsefesi, yeni ontoloji ve içlerinde en popülerleşmiş
olanı olan varoluşçuluktur.
Varoluşçuluğun oldukça popülerleşmesinin nedeni olarak, insanın kalabalığın içinde
kaybolmuşluğu ve insanın değerinin unutulmuşluğunu kuşkusuz söyleyebiliriz. Akla ve
insanlık ideallerine tam olarak uymayan bu dünyada, teknik aklın insanı kendi kölesi haline
getirdiği bu dünyada, varoluşun nedenini araştıran varoluşçu filozoflar bu araştırmalarında
kendilerini karamsarlığın pençesinden kurtaramamışlardır.
Varoluşçu filozoflar arasında görülen fakat her fırsatta kendisinin bir varoluşçu
olmadığını söyleyen Albert Camus, bu bağlamdan hareketle, çok da haksız sayılmaz. Camus
felsefesini sonsuz bir karamsarlık ya da sonu nihilizme varan bir sistem içinde kurmamıştır.
6
O, yaşamın değerini ve güzelliğini ortaya çıkarmak için hayatın gerçeklerini adeta bir tokat
gibi yüzümüze vurmayı tercih etmiştir.
Camus’nün, 20. yüzyılın karamsar havası içinde kendine iyilik yaratmaya çalışması,
insanın değerini her fırsatta öne çıkarması ve felsefenin hayatın dışında değil hayatın içinde
olduğunu göstermesi Camus’yü incelememin nedenleri arasında en başta gelenlerdir. Camus
bir sanatçı filozoftur. Salt, terimsel, zor anlaşılır felsefi eserler vermemiştir. O, romanlarında,
tiyatro oyunlarında, denemelerinde ‘‘felsefe yapan’’ bir filozoftur. Camus’nün bu tutumu,
benim gözümde, diğer bütün felsefeciler arasından sıyrılmasını sağlayan durumlardan
bazılarıdır. Felsefe insan aklının, düşünmenin ve insan olmanın şimdiye kadar yarattığı en
büyük eserdir; bu nedenle felsefe sadece ‘‘felsefe camiasına’’ hitab etmemelidir. Bu
bağlamda herhangi bir ortalama okur-yazar, Camus’nün bir eseri ile haşır neşir olduğunda,
anlayamayacağı bir çok kavramla karşı karşıya kalmaz. Aksine, Camus’yü okuyanlar, eserde
kendini, hayatını bulur; “insanlığı”nı bulur. Camus’nün felsefesi sanatın içindeki felsefedir;
hayatın içindeki felsefedir. O, felsefeyi hayatın içinden koparıp akademi sıralarında ezbere
yapılan bir eğitimde ya da entellektüeller arasında yapılan seçkinci-terime dayalı,
böbürlenerek yapılan konuşmalarda değil; yaşamın kendisinde, insanın düşünmesinde, yapıp
etmelerinde yeniden ortaya çıkaran çağımızın en önemli aydınlarındandır.
7
1. Camus’nün ‘‘Absurd’’ Hayatı
Albert Camus (1913-1960) gerek eserleri, gerek yaşantısı, gerek tutum ve
davranışlarıyla “20. yüzyılın aydını’’ sıfatını taşıyan bir düşünürdür. Camus’yü anlamak için;
öncelikle yaşadığı çağın sorunlarını, içinde bulunduğu şartları anlamak gerekir. Camus, 20.
yüzyılın sorunlarını felsefesinin derinliklerinde işlemiş bir düşünürdür. Çağın sorunlarının
yanı sıra kendi hayatında yaşadığı zorluklar ve çatışmalar Camus’yü ‘’absurd’’e iten, onu,
ölümle biten bu saçma hayatı sorgulamaya götüren durumlardır.
Camus, Fransız asıllı bir baba ve İspanyol asıllı bir annenin Cezayir’de dünyaya
gelmiş çocuğudur. Daha bir yaşını doldurmadan babasını savaşta kaybeden Camus, annesinin
temizlikçilik yaparak kazandığı parayla, öğrenimine zor şartlarda devam etmiştir. Camus’nün
hayatında ilkokul öğretmeni Louis Germain’in önemli bir yeri vardır. Öğretmeni, Camus’nün
kaderini adeta değiştirmiştir. Lise öğrenimi için yeterli maddi imkânlara sahip olmayan
Camus, öğretmeninin yardımıyla lise öğrenimi için burs alır; fakat bu kez de ailesinin
engeliyle karşılaşır. Büyük annesi Camus’nün okumak yerine çalışmasını, ailesine yardımcı
olmasını istemiştir. Camus’nün farklı bir öğrenci olduğunu küçük yaşta farkeden öğretmeni
Germain, Camus’nün ailesini ikna edip onun liseye gitmesini sağlamıştır. İlkokul öğretmeni
gibi yüksek öğrenim döneminde kendisinden felsefe dersleri aldığı öğretmeni Jean Grenier de
Camus’nün farklı bir öğrenci olduğunu anlamış ve düşüncelerini şu sözlerle dile getirmiştir;
‘’Camus sadece zihin tembelliğine karşı mücadele etmemiş, daha da fazla olarak kalbin
tembelliğine karşı olmuştur. O, mücadele etmekten yorulmadıysa, sevmekten asla
yorulmadığı içindir. O, Nietszche’nin soylu kimdir? sorusuna çağımızın en iyi cevabını veren
insandır.’’1
1Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995,s.14
8
Küçük yaşta babasını kaybetmesi Camus’nün hayatında ve felsefesinde dönüm
noktası olmuştur. Camus ilk kez kırk yaşında, yirmi dokuz yaşında ölen babasının mezarını
bulur. Bu ziyaretin Camus’de yaşattığı etkiler ve duygular, onun düşüncelerinin kendi
hayatının içinden geldiğinin kanıtıdır. Babasının mezarı başında duran Camus hayatı bir kez
daha sorgular: ‘’Babanın oğuldan yaşlı olması gerekirken, oğul babadan yaşlı ise bu hayatta
bir düzensizlik, varoluşta bir karmaşa var demektir .’’2 Camus, mezarı başında babasının
ölümüne sebep olan savaşa ve tüm savaşlara lanet eder. Hayatının bir çok döneminde insan
hakları savunuculuğu yapması idama karşı çıkması hayatın değerini, en yüce değer kabul
etmesi bu nedendendir. Bu tutumu, onun kimileri tarafından el üstünde tutulmasını sağlarken
kimileri tarafından da dışlanmasına neden olmuştur.
Camus 1934 yılında komünist partiye katılsa da partide çok uzun kalamamıştır.
Camus’nün hayatı üzerine yazılanlara baktığımızda, onun, hiç bir zaman dogmatik bir görüşe
sahip olmadığı, hiç bir görüşe körü körüne bağlanmadığı, her zaman bir felsefeci gözüyle
olaylara, olgulara dışardan bakıp eksiklikleri ve yanlışları gördüğü kabul görmektedir.3 Bu
tutumundan dolayı özellikle Sovyet Devriminin sonuçlarına getirdiği eleştiriler yüzünden
komünist partiden ihraç edilmiş ve komünizmden ziyade sosyalizme bağlı olduğunu
belirtmiştir.4 Özellikle Doğrular eserinde sorguladığı ve sorgulattığı düşünceler (doğru olan
nedir? insanlık mı devrim mi?) bu örgütler çerçevesinde şekillenir. 1935 yılında İş
Tiyatrosu’nu kurarak hayatında önemli bir yere sahibi olan tiyatroya başlamıştır. 1937 yılında
kendisinin de “en iyi eserim” dediği, felsefesinin temelini ve özünü ortaya koyan Tersi ve
Yüzü eserini yazmıştır. Tersi ve Yüzü’nde Camus dünyanın ikili yapısına işaret eder. Gençlik-
ihtiyarlık, yaşam-ölüm, mutluluk-mutsuzluk, basitlik- derinlik vb. ikilikler hep dünyanın iki
yüzünü ifade eder:
2 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995,s.14
3 Bknz: Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995, ss.14-15
4 A.g.e. ss.15-16
9
Bir adam bir gün sokakta eski bir dostuna rastlar. Dostu adamla biraz dalgın konuşur,
adam eve gittiğinde kendini öldürür. Sonra gizli dertlerden, bilinmeyen dramlardan
söz edilir. Hayır, ille de bir neden gerekirse dostu kendisiyle dalgın konuştuğu için
öldürmüştür adam kendini. Böyle işte, dünyanın derin anlamını duyar gibi olduğum
her seferde, onun basitliği şaşırttı beni hep.5
Bu eserinde Camus’nün felsefesinde üzerinde durduğu temel kavramlar ortaya
çıkıyor: Absurd bir dünyanın ortasındaki birlik aşkı, hiçbir şey tarafından doldurulamayan aşk
ihtiyacı, dünyanın derin değil absurd olan yanı. Camus, Tersi ve Yüzü’nde yaşama aşkı ile
ölüm arasındaki absurd ilişkiyi ortaya koyar. Yaşama umutsuzluğu ölümle belirir. Ölüm,
insanı hayata bağlar. Çünkü yaşama umutsuzluğu yoksa, yaşama aşkı da yoktur. Bu eser aynı
zamanda onun dünyasının bu dünya olduğunu, ‘’bütün ülkem bu dünyadır’’ düşüncesini
ortaya koyduğu bir eserdir.6
Onun, çağının kuşkularına ve özlemlerine tanıklık etmesi, eserlerindeki umutsuz
havayı da açıklamaktadır. İki büyük savaş geçiren ve üçüncüsünün korkusu altında yaşayan
bir dünyada umuttan çok umutsuzluk nedeni var gibidir. Camus’nün genellikle karanlık
konuları ele aldığı yadsınamaz bir gerçektir. Camus, hem nihilist kötümserlik, hem de kolay
iyimserlik aşırılıklarından kaçınmaya çalışır. Camus kötümserliği gerçekten aşmak istediği
halde boyuna zorbalık, saçmalık ve ölüm üzerine yazmak zorunda kalmıştır.
Elbette ki benim kendime güçlü bir dayanak olarak belirtebileceğim bir iyimserliğim
yok. Bütün kendi kuşağımla birlikte ben de ilk dünya savaşının trampet sesleri içinde
doğdum ve o günden bu yana bizim tarihimiz bir cinayet, adletsizlik ya da zorbalık
öyküsü olarak gelişti. Bugün rastladığımız gerçek kötümserlik, bu yabanlıklar ve
alçaklıklar üzerinde yapılmakta olan bir alışveriştir. Ben kendi bakımımdan, bu
dejenerelikle durmadan savaştım; ben yalnızca zalimlerden tiksinirim. Ben
nihilizmimizin en karanlık derinliklerinde bile yalnızca nihilizmi aşmak yollarını
aradım.7
Camus, felsefesini, düşüncelerini oluştururken karamsarlıktan, umutsuzluktan yola
çıkar fakat bu yolculuk umutsuzluk durağında değil, aksine, umutsuzluğa hayır diyen, her
5Camus, Albert, Tersi ve Yüzü, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2009,s.27.
6 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995,s.17
7 Cruickshank,John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965, s.25.
10
şeye rağmen yaşamın ‘’yaşanılası’’ olduğunu bilen ‘’başkaldıran’’ insanların memleketinde
biter.
Yaşam ölümle bitiyor diye kapayacak mıyız gözümüzü, yüreğimizin kapılarını bu
yaşanılası dünyanın güzelliklerine, bunlar yanında insanların acılarına,
çaresizliklerine? Yaşadığımız sürece mutlu olmaya ve mutluluk yaratmaya bakmalıyız
ve mutluluk bir yerde, her yerde, hiç bir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir.8
Camus’nün yaşamı gibi ölümü de absurddür. Yaşama bu kadar derinden bağlı
olmasına rağmen hayatı daha 47 yaşındayken geçirdiği bir araba kazası ile sonlanmıştır.
Hayatını anlattığı İlk Adam ve Mutlu Ölüm eserleri ölümünden sonra yayınlanmıştır.
8Camus, Albert, Yabancı, (çev. V. Günyol), İstanbul:Can Yayınları,2006 ,s.8.
11
2. Absurd Kavramı ve Camus:
Başkaldırı ve absurd kavramlarını hayatının ve eserlerinin merkezine alan Camus’yü
anlamak için öncelikle ‘’absurd’’u incelemek gereklidir. “Absurd” sözcüğü, sözlüklerde
“anlamdan yoksun olan”, “saçma”, “akıl dışı”, “akla aykırı”, “anlamsızlık”, “akıl almaz”,
“akla sığmaz”, vb. anlamlara gelir. Latincesi ‘‘absurdus’’tur. Sağır, dilsiz anlamlarına gelen
‘‘surdurs’’tan türemiştir. Kısacası absurd kelimesi sözlüklerde ‘‘akla, mantığa uymayan, abes,
boş, saçma ,anlamsız’’ kelimeleriyle karşılanabilmektedir. Geniş anlamda felsefi bir terim
olarak absurd ‘’anlamı olmayan her şey’’dir. Bu anlamda dünya, insan absurd’dür.9
Yaşamın kendisinde bir anlamı gerçekten var mıdır? Bu soru, felsefenin sürekli
sorması gereken en temel sorudur. Bu soru, insanın hem kendisini hem de dünyayı bilinçli bir
şekilde sorgulama ve kavramaya yönelten ve aynı zamanda onun felsefi etkinliğinin özünü
oluşturan bir sorudur. Böylesine yaşamsal bir soruya, tüm varoluşçu filozoflar değinmiş
olsalar da, Camus’nün soruya vermeye çalıştığı yanıt oldukça özgün ve farklıdır. Bu dünyada
bulunuşun ya da yaşamın anlamının neliğine dair sorun Camus’de aynı zamanda yaşamın
yaşanmaya değer olup olmadığının sorgulanmasını da beraberinde getirir. Yaşamın
sorgulanması, ancak ölüm olgusu ile birlikte bir anlam kazanabilir çünkü, Camus’ye göre
yaşama gerçek anlamını veren ölümdür. Camus, yaşamın anlamını sorgulamakla işe başlasa
da, bireyin bu dünyadaki varoluşuna anlam katabilecek somut ve ussal bir neden bulamaz.
İçinde yaşadığımız dünya ve bizim bu dünya içindeki varlığımız başlı başına anlamdan
yoksun, saçma ya da uyumsuzdur. Camus açısından, insanın bu dünyadaki varlığını anlamak
ve bu varlığa bir anlam katmak çabası ise sonsuz bir çabadır.
Camus dünyaya adını ilk kez Yabancı adlı romanı ile duyurmuştur. Hitler ordusunun
Fransa’yı işgal ettiği bir dönemde, çevresine ve kendine yabancılaşmış bir insancığın
9 Gündoğan, Ali Osman,Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995,ss.55-56.
12
serüvenidir bu roman. Saçma, bir serüvendir. Bu romanda absurd duygusu ile absurd kavramı
arasındaki ayrılık karşımıza çıkar. Bir insan, absurd kavramını tanımadan absurd duygusuyla
yaşayabilir. Yabancının kahramanı Meursault absurd kavramının farkında olmayan ama
absurd duygusunu yaşayan birisidir. Absurd duygusunun ortaya çıktığı ya da bu duygunun
ortaya çıkmasına zemin hazırlayan durumları değerlendirerek şunları söyleyebiliriz;
a) Hayatın monotonluğu ve mekanikliği: Camus’ye göre hayatı değiştirmek hemen
hemen imkansızdır. Yabancı’nın kahramanı Meursault’a göre hayat, Paris’te de Cezayir’de de
hep aynıdır. Günümüzün modern şehir hayatı, her gün aynı koşuşturma, aynı işler absurdün
ilk habercisidir. Camus monotonluğun absurdü uyandırışını şu sözleri ile dile getirir:
Dekorların yıkıldığı olur, yataktan kalkma, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve
aynı uyum içinde salı çarşamba perşembe cuma cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir
bu yol. Yalnız bir gün ‘’neden?’’ yükselir ve her şey bu şaşkınlık kokan bıkkınlık
içinde başlar.10
Hayatın monotonluğunun anlaşılmasından sonra ortaya çıkan durum; insanın zamanın
bir malı olduğu bilincine ulaşmasıdır. Camus’ye göre geleceğe dayanarak yaşarız. Ama yarın
da bugün gibi olur, geleceği değiştirme gücümüz yoktur. Yarın, bizi ölüme bir adım daha
yaklaştırır oysa biz hep ölümsüzlüğü isteriz. Yarından kaçmamız gerekirken, hep yarını
özleyip beklememiz bir çelişki değil midir? Camus, yarın beklentimiz ve bu beklentimizin
boşluğu hakkında şunları söyler:
Yarın, ilerde, iyi bir işim olunca, yaşlandıkça anlarsın. Bu tutarsızlıklara hayran
kalmamak elde değil, çünkü ne de olsa ölmek var işin içinde. Gene bir gün gelir, insan
otuz yaşında olduğunu görür ya da söyler. Gençliğini belirtir böylece. Ama, aynı anda,
zamana göre yerini de belirtir. Zamanın içinde yerini alır. Geçmesi gerektiğini
söylediği bir eğrinin belirli bir anındadır. Zamanın malıdır, içinin ürpertiyle dolması
üzerine, en kötü düşmanı olarak görür onu. Yarını istiyordu hep, tüm benliğinin
10 Camus, Albert ,Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010,s.31.
13
bundan kaçması gerekirken, yarının gelmesini diliyordu. Etin bu başkaldırışı, uyumsuz
budur işte.11
b) Yabancılaşma: Bu durum Pascal ve Kierkegaard’dan beri varoluşçuların biricik
çıkış noktası olmuştur.12 Saçma birçok insanın çeşitli derecelerde duyumsadığı, yabancı bir
dünyada tek başına bırakılmış olma duygusundan da kaynaklanır. Bu tek başına kalma
duygusunu varlığımızın rastgele ve gelişigüzel olduğu duygusu da doğurabilir. Saçma
kavramı, birey ve dış dünya arasındaki kapatılması olanaksız uçurumu belirler. Bilinmeyen
bir gücün dünyaya fırlattığı insanlar, bu duruma karşın o dünyanın parçası değildirler.
Yerleşmek istediklerinde yurt diye nitelendirebilecekleri bir yer bulamazlar. Yaşamlarını
anlamlı bir biçimde sürdürmek, güvenlik altında olmak isterlerken, varoluşun türlü
rastlantılarının elinde oyuncak olduklarını algılarlar. Özgür olmak isterlerken doğanın
nedenselliğinden kurtulamadıklarını görürler. Sonsuza dek mutlu yaşamak isterlerken,
kendilerini her şeye son veren ölümün karşısında bulurlar. Yaşam sevgisinin karşısına, yaşam
karşısındaki çaresizlik dikilir. Yaşamını türlü çekişmeler içinde geçiren insanoğlu ne denli
uzun yaşarsa, kendini dünyaya o denli yabancı bulur.13 Camus bu yabancılığı şu şekilde
açıklar:
Birdenbire düşlerden, ışıklardan yoksun kalmış bir dünyada kendisini yabancı bulur
insan. Yitirilmiş bir yurdun anısından ya da adanmış bir toprağın umudundan yoksun
olduğu için, bu sürgünlük çaresizdir. İnsanla hayatı, oyuncuyla dekoru arasındaki
kopma, saçmalık duygusunun ta kendisidir.14
Kendimiz ve diğer insanlar arasındaki kapatılmaz boşluk ve kendimizin bile
kendimize yabancı olduğu duygusu bize absurdü hissettirir. İnsan diğer insan varlıklarından
temel ayrılığını hissetmeye başlar. Camus bu durumu şu benzetmelerle açıklar:
İnsanlar da insandışı bir şeyler salgılar. Kimi uyanıklık saatlerinde, devinimlerinin
mekanik görünüşü, anlamdan yoksun pantomimleri, çerçevelerindeki her şeyi
11 A.g.e, s.32.
12 Bknz: Akarsu, Bedia, Çağdaş Felsefe, İstanbul:İnkılap Kitabevi,1994,ss.187-192.
13 Bozkurt, Nejat, 20.Yüzyıl Düşünce Akımları, İstanbul:Sarmal Yayınları,1998,s.132.
14 Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010,s.18.
14
saçmalaştırır. Bir adam camlı bölme ardından telefonla konuşur; sesi duyulmaz, ama
istenilen yere ulaşılamayan yüz devinimleri görülür; bu adamın niçin yaşadığını sorar
insan kendi kendine. İnsanın bile insandışılığı karşısında bu rahatsızlık, kendimizi
yansıtan bu görüntü karşısında bu hesaba gelmez düşüş (…) saçmadır.15
İnsan üç şeye karşı yabancılık duyar; kendine, dünyaya ve başkalarına. Saçmanın bir
diğer kaynağı da budur. Simone de Beauvoir yabancılaşan insanı şöyle anlatır:
Bir çocuk gördüm ağlıyordu. Çünkü evlerinin kapıcısının oğlu ölmüştü. Anası- babası
önce bıraktılar ağlasın, sonra sıkıldılar bundan. ‘Niye ağlıyorsun?’ dediler. ‘Senin
kardeşin değildi ki o!’. Çocuk gözlerini sildi. Korkunç bir şey öğrenmişti. Demek ki
yabancı bir çocuk için ağlamak gereksizdi! Peki ama, kardeşi için niye ağlayacaktı?
Onun için de ağlamayabilirdi. Kadın ‘Sus’ dedi, ‘Çizmeyi aşma! Senin aklın ermez
böyle işlere!’. Hır çıkarmaya gelen kocasını önledi. Adamcağız yatıştı, uzaklaştı. Bir
süre sonra kadın kocasını yardıma çağırdı: ‘Yoruldum, üşüyorum, gel!’ dedi.
Yalnızlığa gömülen erkek şaşarak baktı karısına. Düşündü içinden: ‘Bana ne
üşüyorsan?’ öyle ya, karısından ona neydi? Düşüncelerini daha da ileriye götürdü:
Hindistan onu ne ilgilendirirdi? Yunanistan nesineydi? Ne diye şu toprağı, şu kadını,
şu çocukları benim saymalı? Gerçi şuradaki çocuklar benim soyumdan, yanımdaki
kadın benim karım, ayak bastığım yer benim toprağım; ama onlarla aramda hiçbir bağ
yok gerçekte.16
İnsan, bir türlü kendi yerini yurdunu, varlığını bulamaz. Onun etrafındakilere, hatta
kendi varlığına karşı bile duyduğu bu yabancılık, onu, bu dünyaya ait bir varlık olmaktan
çıkarır ve kendisine ayrı bir sorumluluk yükler. İnsan öyle bir varolandır ki, kendisini var
etmesi, yabancısı olduğu bu dünyada sürekli olarak anlamsızla mücadele etmesiyle
gerçekleşebilir. Başka bir deyişle insan sürekli olarak kendini var etmek zorunda olan bir
varolandır. Zaten Camus için bu sorunun başlangıcıdır. Camus’nün dediği gibi “ağaçlar
arasında bir ağaç, hayvanlar arasında bir kedi olsaydım, bu hayatın anlamı olurdu, daha
doğrusu bu sorunun hiç anlamı olmazdı, çünkü dünyadan bir parça olurdum. Bu dünya
olurdum, oysa şimdi bütün bilincimle, bütün yatkınlık gereksinimimle onun karşısındayım.’’17
15 A.g.e, s.26.
16 Beauvoir,Simone de, Denemeler, (çev: A. Bezirci),İstanbul:Payel Yayınları,1989,ss.15-16
17Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010,s.74
15
c) Absurd karşısında bilimin yetersizliği: İnsan ne kendisi ne başkaları ne de dünya
hakkında kesin olarak “bunu biliyorum!” diyemez. İnsanın tek bileceği kendi içindeki yüreğin
varlığına inanmaktır; bir de dokunabildiği/duyumsayabildiği dünyanın varolduğu yargısına
ulaşmaktır. Ama bundan ötesine geçmeye çalıştı mı insan, varlığından kuşku duymadığı
‘ben’i kavramaya çalıştı mı her şey bir su gibi akıp gider parmakları arasından.18 İnsan
varoluşu konusunda kesin bir yargıya varamadığı sürece hep kendi kendine yabancı
kalacaktır. Kendine, başkalarına ve dünyaya yabancılaşan insan bir çıkış yolu arar bu
umutsuzluğundan, yalnızlığından kurtulmak için. Zaman ona bilimi getirir. Olguları kesin bir
biçimde bilme, evrendeki oluşun nedenlerini bilerek ussal yoldan açıklama arzusu olarak
bilim bile evrenin ussallığını temellendirmede güçsüz kalmaktadır. Varsayımlar üzerinde
yükselen, kesinlikten uzak olan bilim, bu dünyayı bize anlaşılır kılmamakta ve bu dünyanın
uyumsuzluğunu ya da saçmalığını gizleyememektedir. Aklın kendisi bir gerçeklik
oluşturabilme yeteneğinden yoksun olduğu gibi kendi kendini temellendirebilme
yeteneğinden de yoksundur. Us, bana, hem kendimi hem de içinde bulunduğum dünyayı
anlama olanağı veremez. Camus bu çıkmazı şu sözleri ile dile getirir; ‘‘kendi kendime de
dünyaya da yabancıyım, yardım umacağım tek şey de bir şeyi kesinlemeye yeltenir yeltenmez
kendi kendini yadsıyan bir düşüncedir.’’19
Bilim, dünyayı betimler; sınıflandırmalar yapar; yasalar koyar. İnsan bu umutsuz
yabancılıktan kurtulmak için bunlara inanır, doğru olduklarını kabul eder; en önemlisi umut
eder; varoluş zincirindeki özünü bulacağını sanır. Oysa bilim; bu sihirli evrenin özünü
açıklamaya çalışırken önce atom, atomdan elektron ,elektronlardan da bu elektronların
görünmez bir çekirdek çevresinde toplandığı gezegenler bütününün varolduğu bilgisini
verebilir ancak. İşte o zaman insan –ister yabancı, ister uyumsuz, ister absurd insan diyelim-
18 Bknz: Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010,ss.36-38
19Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010, s.38
16
bilimin boş, dünyanın da yabancı olduğunu anlar. Ve böylece akıl ile ilerleyen bilim bile
bizlere dünyanın absurd olduğunu söylemiş olur.
d) Absurd karşısında aklın yetersizliği: Camus’nün felsefesinin bir çok aydın
tarafından benimsenmesine absurd ile akıl arasında kurduğu ilişkinin neliği neden olmuştur.
Öyle ki geleneksel felsefenin rasyonalizmine karşı oluşan tepki, sadece Camus’nün absurdu
ile de sınırlı değildir. Absurd düşüncesinin oluşmasına zemin hazırlayan en önemli
nedenlerden biri –kuşkusuz- geleneksel felsefenin, rasyonalizmin ortaya attığı düşüncelerin
reddidir; çünkü saçma fikri tarihsel içeriği bakımından akla karşı davranışın yoğun bir içeriği
olarak görülür. Özellikle Hegelci felsefede, insan karşısında akıl ile kavranabilecek bir dünya
umar fakat insan bu akli dünya yerine kendi deneyimlerine dayanan, akılla uzlaşmayan,
anlamdan yoksun bir dünya bulur.20 İşte, bunalımın bu insan tipi, aradığı anlamın dünyada
olmadığını görünce absurd duygusu ile karşılaşır. Absurd, kendi aklıyla dünyayı bir bütün
olarak kavramak ve açıklamak isteyen fakat aklı ile deneyimlediği dünya arasında bir uzlaşma
bulamayan insanın durumunda gizlidir. Rasyonalizmin klasik yorumuna göre, özellikle
Descartes ile Hegel’in düşüncelerinde dünya anlamlı ve organize bir bütündür. Hegel’e göre
dünyayı nasıl görmek isterseniz, dünya size öyle görünür. Akli olan gerçek, gerçek olan da
aklidir.21 Camus’de ise insan dünyaya yabancıdır. Aklın bu dünyayı kavrayamayacağını, aklın
kavradığı dünya ile bu dünya arasında uçurum olduğunu söyleyenler de Camus’nün
absurdüne hizmet etmişlerdir. Kierkegaard ile birlikte varoluşçu filozoflarda ve çağdaş felsefi
akımlarda bu akılcı düşünce sistemlerine tepkiler doğmuştur. Camus bu tepkileri haklı
tepkiler olarak görür ve şunları söyler: ‘‘Jaspers’den Heidegger’e, Kierkegaard’dan
Chestov’a, görüngücülerden Scheler’e kadar (...) amaçları ile birbirlerinin karşıtı olan tüm bu
düşünceler ailesi aklın geniş yolunu kapatmaya ve gerçeğin doğru yollarını tekrar bulmaya
20 Bknz: Cruickshank,John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965
ss.79-83
21 Gündoğan, Ali Osman,Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995,s.72
17
koyuldular.’’22 Rasyonalizme karşı oluşan bu tepkiler ışığında bu tepkileri gösteren
filozofların her birinin korku içinde olduklarını söylemek de yanlış olmayacaktır çünkü, bu
akılla kavranamayan, tanıdık bildik olmayan dünya karşısında insanın durumu endişelidir.
Bilinmedik bir dünya içinde yaşamak zordur. Camus, insanın endişesini şöyle ifade
etmektedir:
Ya her şey bana açıklansın istiyorum ya hiç. Ama kalbin bu çığlığı karşısında akıl
güçsüzdür. Ruh bu gereksinimleri arıyor,çelişkilerden, saçmalamalardan başka bir şey
bulamıyor. Anlamadığımın dayandığı bir şey yok. Dünya bu akla aykırılıklar ile dolu.
(...) Bir kez olsun işete bu açık diyebilsek her şey kurtulmuş olur. Ama bu insanlar
hiçbir şeyin açık olmadığını, insanın ancak kendisini çevreleyen duvarlar konusunda
açık görüşlülüğü ve kesin bilgisi bulunduğunu söylüyorlar.23
Böylece gerek absurd duygusu gerek bilim ve felsefe ile dünyayı açıklayamama ve gerekse
rasyonalizme karşı oluşan tepkiler absurd fikrinin temelini oluşturmuş oluyorlar.
2.1. Camus’den Sartre’a Absürd:
Absurdün Sartre’ın felsefesinde de önemli bir yeri vardır. Camus de insan bilincinden
doğan ve dünya-biliç şeklinde iki kahramanı olan absurd, Sartre’a göre tamamen dünyanın
düzeni olarak ve ontolojik bir kıvamda karşımıza çıkar. Sartre’a göre iki varlık tipi vardır;
kendinde varlık ve kendisi için varlık. Kendinde varlık evren, kendisi için varlık insan
bilincidir. Absurd kendinde varlığın temel bir özelliğidir, bu varlık yaratılmamıştır ve ne
mümkün olandan çıkarılabilir ne de zorunlu olandan. Bu durumda Sartre’a göre absurd olma,
kendinde varlığın temel bir karakteri olarak ortaya çıkmakta ve hiçbir şeye dayanmadan
mevcut olmaktadır. Camus’ye göre dünya absurddür demek mümkün değilken Sartre’a göre
bunu demek mümkün olacaktır. Ayrıca, Camus’de insanın dünya ile karşılaşması absurdün
kendisini ortaya çıkarırken, Sartre’da absurd dünya ile karşılaşma bulantıya neden
22 Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010, s.40
23 A.g.e., s.44
18
olmaktadır.24 Sartre, Camus’nün absürde verdiği anlam ile kendisinin verdiği anlamın farklı
olduğunu şöyle ifade eder:
Camus’nün felsefesi bir saçma felsefesidir. Ona göre saçma, insan ile dünya, insanın
akılsal istekleri ile dünyanın akılsızlığı arasındaki ilişkiden doğar. Bundan çıkardığı
temalar klasik kötümserlik temalarıdır. Ben saçmayı Camus’nün bu sözcüğe bağladığı
skandal ya da hayal kırıklığı olarak tanımlıyorum. Benim saçma dediğim şey, çok ayrı
bir şeydir. Varlığın evrensel olanağıdır, ama varlığın temeli değildir; saçma varlığın
görülen, ispatlanamayan ilk niteliğidir.25
Sartre’ın bu sözlerinden de anlaşıldığı gibi Camus’nün absürdü insana ve insanın
bilincine bağlıdır. Absurd, Sartre’da olduğu gibi dünyanın kendisinde bize verilmiş, özü
gereği absurd değil, insanın yaşamı ile ortaya çıkan, bu dünyadaki saçmalığı farkına varan,
uyumsuz olan insanın yaşadığı duygudadır.
24 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995, s.73
25 Cruickshank,John, Albert Camus veBaşkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965,s.73
19
3. Absürde Karşı Durmak
Camus absurd karşısında takınılacak üç tutumdan bahseder; umut, intihar ve
başkaldırı. Tanrı fikri insana umut verir, bu dünyanın acıları, mutsuzlukları, ızdırapları bir
Tanrı fikri ile birlikte katlanılası bir hal alır. Öte dünya düşüncesi insana umut verir, bu
dünyanın acılarına öte dünyada sonsuz mutluluğa ulaşmak için katlanır insan. Fakat,
absurd’de umuda yer yoktur, Camus’ye göre bu dünyadaki savaşların,acıların,mutsuzlukların
nedeni de bir Tanrının olmayışındandır. Alberes, bu konuda şunları söyler;
...insan ne yaptığını bilerek, talihin bütün kötülüklerini karşısına alarak,boşuna
hayallere kapılmayı teperek seçmeli yaşamı. İnsanın yaşamı tam anlamıyla seçmesi
demek,yaşamın saçma, dünyanın haksız, Tanrı’nın sağır olabileceğini düşünmüş
olması demektir. İnsan her şeyi kaybetmeli ki her şeyi alabilsin.26
İnsan eylemlerinin dayanağını oluşturabilecek hiçbir değerin bulunmaması, bu nedenle
insan eylemlerinin ne iyi ne kötü, yani değerden yoksun olması, Nietzsche’nin belirttiği
tarzda, Tanrı’nın ölümüyle yakından ilişkilidir. Tanrı’nın yokluğu, bu evrenin absürdlüğünün
en önemli kanıtıdır. Fakat Camus’de iş burada kalmaz, absurd kendisini yaşamın içinde,
insanın varlıkla olan ilişkisinde gösterir. Tanrı’nın yokluğunun yanı sıra yaşamın ve dünyanın
saçma oluşu kendini ölüm olgusunda açığa çıkarmaktadır. Ölüm absurdün, saçmanın
kendisidir. Yaşamın zorunlu olarak bir ölümle son bulacağı gerçeği, yaşamın kendinde
barındırdığı saçma, uyumsuz ve absurdlük durumundan başka bir şey değildir. Yaşamın
ölümle son bulacağı gerçeğinden kaçamayan, üstüne üstlük “Tanrı öldü” diyen insan umuttan
çok umutsuzluk barındırır içinde. Yaşamın boş olduğunu anlayan insanda, umudun yerini
umutsuzluk, buna bağlı olarak da, yaşama isteğinin yerini de ölüm isteği alır. Madem bu
dünyada çektiğim acıların bana bir yararı olmayacak, bu acılar bana sonsuz mutluluğun
kapılarını açmayacak o halde neden bu acı ve ızdıraba katlanayım der umudunu tümden
yitirmiş insan. Madem sonunda ölüm var çabalamak neden? Camus bu soruya şu cevabı verir;
26 Camus, Albert, Yabancı, (çev. V. Günyol), İstanbul:Can Yayınları,2006, s.8
20
Yaşam, yaşanmaya değmediği için insan kendisini öldürür, işte bir gerçek kuşkusuz,
ama kısır bir gerçek, çünkü fazlasıyla açık. Ama yaşamaya yöneltilen bu aşağılama,
içine daldırıldığı bu yalanlama, hiç anlamı olmamasından mı geliyor? Uyumsuz
olması, umut ya da intihar yoluyla kendisinden sıyrılmayı mı gerektiriyor? ...
Uyumsuz ölmeyi mi buyurur, tüm sorunlardan önce bu sorunu ele almak,bunu
yaparken de tüm düşünce yöntemlerinin, ereksiz us oyunlarının dışında kalmak
gerek.27
Saçmanın ona gösterdiği şekliyle hayatın anlamsız olduğuna inanan insan için ‘iyi’ ve
‘kötü’ kavramları ortadan kalkabilir. Eğer hiçbir şeyin anlamı yoksa, eğer değerler yoksa, o
zaman cinayet ve zorbalık ne doğru ne de yanlıştır.28 İnsan kendi istekleri doğrultusunda iyi
bir şey yapabileceği gibi kötü bir şey de yapabilir. Camus’ye göre intihar ve öldürme aynı
şeydir, biri benimseniyorsa, ötekinin de benimsenmesi, biri yadsınıyorsa, ötekinin de
yadsınması gerekir. Camus’nün absurdü ile Nietzsche’nin nihilizminin birbiri ile benzer
görülmesi ve hatta Camus’nün bu görüşlerinin nihilist bir tutuma sahip olduğunun
düşünülmesi bu nedendendir. Fakat, absurd, nihilizm gibi sürekli bir tutum değil aksine
olumlu bir davranışın ilk basamağı, bir hareket noktasıdır.
Absurd duygusu insanda kendini iki zıt şekilde dışa vurur. Kendisinin ve dünyanın
saçma, boş ve değerden yoksun olduğunun bilinci insanda bir hiçlik duygusu ile kendini
gösterirken diğer bir yandan da bu saçma ve değerden yoksun dünya içinde onun bu
saçmalığına karşı durma, bir başkaldırma duygusunu da kendi içinden yaratır. Absurd
karşısında bilinçlenme, insanda iki karşıt duygunun gelişmesine yol açar. Absurd bilinci
insanı yaşam ile ölüm arasındaki bir çizgi üzerine konumlar, insan yaşam ile ölüm arasında
sürekli seçim yapar, hiçlik ve varoluş duygusunu aynı anda yaşar. Camus’nün uyumsuz (ya da
absurd) insanı, varlığında çelişkileri bu denli yoğun yaşayan insandır. İnsan böyle bir
durumda içinde bulunduğu dünyanın saçma olduğunu ve bu dünyaya kendisinin uyumsuz
olduğunu bilir bu bilme ile de dünyaya olan ‘karşı duruş’u başlar. Bu karşı duruş artık insanın
içinde bulunduğu dünya ile uzlaşamaz olduğunu beraberinde getirir. Bu durum uyumsuz
27 Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010, s.26
28 Cruickshank,John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965, s.126
21
insanın varoluşsal ve yazgısal durumudur. Absurd’ün bilinci, doğrudan yaşamın kendisinden
kaynaklanan ve ona karşı duran bir bilinçtir. Camus’ye göre uzlaşmaz iki farklı yaklaşım gibi
görülen saçma ve başkaldırı aşamaları birbirini bütünleyen düşünsel bir çelişkiye ya da
kopukluğa olanak vermeyen aşamalardır. Hatta, bu iki felsefi aşama arasında öncelik ve
sonralık ilişkisini, zamansal bir süreçten çok, mantıksal bir süreç, diyalektik bir ilişki olarak
görmemiz gerekmektedir. Camus felsefesindeki bu diyalektiği absurdün doğduğu yer olan
gerçek dünyanın içinden türetmiştir. Özellikle Yabancı romanında Meurseult’un durumu bunu
doğrular niteliktedir. Meurseult, kendisinin değil bu yerleşik düzenin idama mahkum
edildiğine inanmaktadır.29
Camus için absurd (ya da saçma), geçici bir durumdur. Saçmanın gerçekliğini görmek,
sondan çok bir başlangıçtır. Camus, saçma kavramını oluşturmaktaki amacını şu şekilde
açıklamaktadır; “Sisifos Söyleni’nde saçma duygusunu incelediğim zaman bir metot
arıyordum, bir doktrin değil. Metodlu şüphe kullanıyordum. Yapıcı çalışmalardan önce gelen
‘temizliği’ yapmaya çalışıyordum.’’30 Bu metodlu şüphe akıllara Descartes’i getirebilir.
Camus’nün metodu şu şekilde ilerliyor; absurd duygusu varlığın değerinden şüphe etmemize
neden olur, bu şüphe insanı düşünme ve yaşama olanağını kapsayacak kadar ileri götürür.
Diğer yandan bu şüphe ne kadar kuvvetli olursa olsun, absurdün ardındaki yaşantıdan şüphe
edilemez. Bu saçma yaşantısı, gerçekte bir şaşırma ve başkaldırma duygusudur. Bu şekilde
düşünülen başkaldırmanın olumsuz bir kavram olmadığını görüyoruz. Başkaldırı, aynı anda
hissedilen onay ve yadsıma duygusunun bir sonucudur. Bu yüzden başkaldırı aynı zamanda
hem “evet hem de “hayır” demektir. Camus burada olumsuz bir metodla olumlu değerlere
29 Özçınar,Şahin, Albert Camus’nün Felsefesinde Başkaldırı ve Nihilizim, Felsefe Logos, BulutYayıncılık, 2002,
sayı :17, s.82
30 Cruickshank,John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965, s.128
22
varır.31 Buradan hareketle görüyoruz ki, Camus’ye göre absurde karşı sergileyebileceğimiz
tek tutum da başkaldırıdır.
Camus, başkaldırı ile birlikte, birbiriyle ilişkili üç değerin ortaya çıktığını söyler.
Birincisi insanın absurde başkaldırarak kendisini yeniden bulmasıdır. En olumsuz
başkaldırılar, örneğin efendisinin bir emrine birdenbire karşı çıkan bir esirin başkaldırısı bile
içinde olumlu bir şeyler içerir. Kişinin kendisine zorla yaptırılmak istenen bir şeye karşı
çıkması, içinde karşıtlığa karşı az ya da çok bir isteğin bulunduğunu gösterir. Bu ise onun kısa
bir süre için bile olsa kendisiyle özdeşleşebileceği bir şeyler olduğu anlamına gelir. Tüm
bunları hisseden kişi, “başkaldırıyorum öyleyse varım” diyebilir. İnsan, başka insanlarla
beraber yaşayan, başka insanların ezilmişliğine de tanıklık eden bir varlık olarak sadece
kendisi için başkaldırmaz. Bireysel başkaldırıyla birlikte, evrensel başkaldırıyı da mümkün
kılan kişi, “başkaldırıyoruz öyleyse varız” diyebilir. Bu bakımdan başkaldırma Descartes’in
Cogito’suna eşdeğerdir. Bu cogito da insan başkalarının varlığını kesinler.32 “Binlerce örnek
başkaldırının yalnızca bireysel olarak hissedilen ezilmeden değil, en azından bir o kadar da
başkalarının ezildiğini görmekten kaynaklandığını gösterir.” Camus buradan üçüncü değer
olan ‘insanlar arasındaki dayanışma’ya ulaşır.
Aykırılığı ele alan bir düşüncenin ilerlemesi bu aykırılığı tüm insanlarla paylaştığını
ve insan gerçeğinin, tüm olarak, kendi kendisine ve evrene uzaklığı dolayısıyla acı
çektiğini anlamaktır. Bir tek insanın çektiği dert ortak salgın olur. Gündelik acımızda
başkaldırı, düşünce düzeyinde, ‘cogito’ nun gördüğü işi görür: ilk kesinliktir. Ama bu
kesinlik bireyi yalnızlığından çekip alır. İlk değeri bütün insanlar üzerinde duran bir
ortak noktadır. Başkaldırıyorum, öyleyse varız.33
Camus bireysel ve evrensel başkaldırıyı romanlarında örneklendirmiştir. Yabancı’nın
Mersault’u nun yaşadığı saçma deneyimi ve bunun sonucundaki başkaldırısı bireyseldir.
Gerek bir kölenin efendisine başkaldırışı gerekse tüm toplumun idari düzene başkaldırışı
olsun, önemli olan başkaldırının içerdiği değerdir. Sebebi ne olursa olsun hepsinin birleştiği
31 A.g.e, s.133.
32 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995, s.118
33 Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010, s.29
23
nokta başkaldırının gerekliliğidir. Her dönemde haklarının bilincine varan insanlar olmuştur
ve olacaktır.34 İnsanın dünyayla karşılaşmasından doğan ve olumsuz bir kavram olan absurd,
yaşadığımız hayatın anlamını sorgulayabilmemiz için bir çıkış noktasıdır. Absurd, başkaldıran
insanın yaşamında yakaladığı ilk gerçektir. Bu gerçeğin reddedilmesi insanın kendini ve
dünyayı reddetmesi anlamına gelmektedir. Bu hayatı tüm saçmalığı ile kabullenmek ve bu
bilinçle yaşamak temelinde bir başkaldırıdır. Başkaldırı, kendi haklarının bilincine varmış
olan kişinin tavrı olduğu için, aynı zamanda onun varlık şartıdır.35 Başkaldırı insanın kendi
varlığını bulmasını sağlamasının yanı sıra başkalarının varlığını fark etmesini de sağlar.
Hayatın saçmalığını ve ölümün gerçekliğini tanıyan insanın başkaldırısı, bu hayatı tüm
gerçekliği ile yaşamak istemek olmalıdır. Başkaldıran insan ölümü yadsıyan insandır. “Hiçbir
şey sürekli değilse, hiçbir şey doğrulanmamışsa, ölen anlamdan yoksundur. Ölüme karşı
savaşmak, yaşamın anlamını istemek, kural ve birlik için çarpışmak anlamına gelir.”36
34 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995,ss.120-121
35 A.g.e., s.168
36 Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010, s.105
24
4. Camus’nün Absurd Kahramanları
4.1. Sisifos
Albert Camus, hayatın anlamsızlığını ortaya koyduğu halde yine de hayatı
seçmektedir. Öte dünyayı kabul etmeyişi bu dünyanın güzelliklerinden vazgeçmek
istemeyişindendir. Ölüm, insanı hayata bağlayan tek gerçektir. Öyleyse bu hayat
‘’yaşanıyorken’’ yaşanmalıdır, absurd gerçeğini bile bile yaşama evet denmelidir, işte
başkaldırı budur ve çözüm buradadır. Başkaldırı, hem hayata gerçek değerini verir, hem de
hayata meydan okur. Camus, Sisifos Söyleni’ni felsefesene kattığında temellendirmek istediği
düşünce hayatın absurdlüğüdür. Hayatın absurdlüğüne karşı, daha önce de bahsi geçtiği gibi,
kaçış yolları vardır. Bunlardan ikisi intihar ve umuttur. Camus’ye göre her iki yol da insanın
dünyadaki durumuna ihanet etmektir ve yalnızca zararlı bir çılgınlığı kışkırtmaktan başka işe
yaramazlar. Camus’ye göre yapılabilecek tek yararlı şey paradoksu korumak, durumun
gerektirdiği gerilimleri ve çatışmaları yaşamaktır. Bu noktada Camus, yaşamın bir anlamı
olup olmadığına dair soruyu tersine çevirir. Şimdi, yaşamın anlamdan ne kadar yoksun olursa
o kadar iyi yaşanacağı sorusu gündeme gelir. Camus’ye göre intihar, yaşamın bizi aştığını
söylemek demektir. Ölüm başlı başına saçma iken, saçmalıktan kurtulmak için ölüme gitmek
anlamsızdır. İntihar, saçmaya boyun eğmek, saçmayı onaylamaktır. İntihar saçmayı ortadan
kaldıramadığı gibi tersine onu uygular ve yoğunlaştırır. Ölüm saçmanın yönlerinden bir
tanesidir. İntihar ise isteyerek atılan bir adım ve ölümün önceden görülmesidir. Oysa
saçmanın insanda yarattığı başkaldırma ölüm olayına karşı da başkaldırmadır. Bu çeşit bir
başkaldırma insanın intihar yoluyla bile bile kendisini ölüme atması şeklindeki
başkaldırmasıyla uzlaşamaz. Kısacası Camus intiharın bir insanın saçmaya karşı takınacağı
bir tavır olamayacağını söyler.37 Sisifos efsanesini elealmasından da görüleceği üzere Camus
37 Cruickshank,John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965, ss.90-
91
25
için başkaldıran insan, hayatın absurdlüğüne karşı her şeyiyle “evet” diyen insandır, ne
intihardan ne de umuttan medet ummayan insandır. Sisifos sonu olmayan bir kısır döngü
içinde sonsuz bir devinimle aynı işi yapmaya mahkumdur.
İlkçağ mitolojisinin kalıplarına uyan saçma, su ile işkence yapılan ve çevresindeki
ağaçlardan meyve koparamayan Tantalus’un, zincire vurulan ve akbabaların sosuzluğa kadar
yiyip duracakları Prometheus’un, ve Camus’nün absurd kahramanı olan, bir kayayı
durmandan her seferinde gene aşağı yuvarlanacağını bildiği halde bir tepeye çıkaran
Sisifos’un durumlarına benzer.38 Sisifos’un adına ilk olarak Homeros’un Odysseus’unda
rastlanır. Odysseus, Sisifos’u şu sözleri ile tanımlar;
Sisyphos’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken; yakalamış iki avucuyla kocamam
bir kayayı ve kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye
doğru. İşte kaya tepeye vardı, varacak, işte tamam ama tepeye varmasına tam bir
parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu
yeniden baş belası kaya. O da yeniden itiyordu kayayı tekmil kaslaırnı gere gere,
kopan toz toprak habire aşarken başının üstünden, o da habire itiyordu kayayı kan ter
içinde.39
Sisifos, akıllı, kurnaz, herkesi aldatan, tanrısal sırları insanlara açıklayıp kutsal şeylere
hakaret eden fakat buna rağmen tanrılara inanan ve başına gelecekleri bildiği halde tanrılara
karşı suç işleyen biridir. Sisifos ölümünden sonra kendisini ruhlar ülkesinde bulur. Ölmeden
önce karısına kendisi için cenaze yapılmamasını tembihleyen Sisisfos, ruhlar ülkesinde
Hades’in karşısına çıkınca karısının kendisine cenaze yapmadığını bu nedenle yeryüzüne
tekrar çıkıp karısını cezalandırmak istediğini söyler. Cenazesi yapılmamış olan bir ölünün
yakarışlarına acıyan Hades, Sisifos’un bir günlüğüne de olsa ruhlar diyarından dünyaya
dönmesine izin verir. Kısıtlı süresi olduğunu bildiği halde kendini dünyanın ve hayatın
güzelliklerine kaptıran Sisifos bir daha ölmek ve ruhlar alemine dönmek istemez. Büyük
cezalar alacağını bildiği halde, yaşamdan kaçmaz aksine ölümden kaçar fakat sonunda Sisifos
38 Cruickshank,John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965, s. 87
39 Erhat, Azra, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul:Remzi Kitabevi,2011,s.272
26
zorla tekrar ruhlar alemine götürülür. Sisifos’un absurd bir kahraman olduğu buradan bile
anlaşılmıştır. Tutkularıyla olduğu kadar, sıkıntısıyla da absurddur Sisifos. Tanrıları hor
görmesi, ölüme kin duyması,yaşam tutkusu, tüm varlığı hiçbir şeyi bitirmemeye yönelttiği bu
anlatılmaz işkenceye malolur.40 Sisifos’un cezası, her gün yüksek bir tepeye ağır bir kayayı
çıkarmaktır. Kaya tepeye her çıktığında eğimden dolayı tekrar aşağı yuvarlanır ve Sisifos her
yuvarlanışta kayayı tekrar tepeye taşır. Sisifos yaptığı işin beyhudeliğini bile bile her
seferinde kayayı tekrar yüklenir, her çıkışta iniş olduğunu bilerek tüm gücü ile zirveye
varmaya çalışır, zirveye geldiğinde ise her şey bitmiş değil aksine her şey bir kısır döngü
olarak yeniden başlamıştır. Bu bağlamda Sisifos’un hikayesi absurd olduğu kadar trajiktir de.
Sisifos trajiktir ama bir o kadar mutludur da. Camus, Sisifos’un trajikliğinin nedenini
başaramayacağının bilincinde olmasına bağlar; çünkü, Sisifos’un yazgısı kendisinindir, kayası
kendi nesnesidir. Absurd insan evet der, çabası hiç dinmeyecektir artık. Kişisel bir yazgı varsa
üstün alın yazısı yoktur, hiç değilse tek bir alın yazısı vardır, onu da kaçınılmaz bulur ve
küçümser Sisifos. Absurd insana, başkaldıran insana, efendisiz olan bu evren ne kısır görünür
ne de değersiz. Taşın ufacık parçalarından her biri, karanlık dağın her madensel parıltısı, tek
başına bir dünya oluşturur. Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insan yüreğini
doldurmaya yeter bu nedenle Sisifos’u mutlu olarak tasarlamak gerekir.41
Etrafının saçma duvarlarla örülü olduğunu anlayan insan, intihar yerine umudu da bir
kaçış yolu olarak görebilir ve bu yolla içinde yaşadığı reel dünyadan uzaklaşmak ve kendine
saçma olmayan yeni bir dünya inşa etmek ister. Dinler ve Tanrı inancı ile, kişi öte dünya
fikrine kavuşur ve artık kişi, içinde başka bir dünyaya yönelik umutlar beslemeye başlar.
Camus’ye göre umut, reel olan dünyadan kaçmaktan başka bir şey değildir. Umut, bu dünyayı
ortadan kaldırarak, yerine başka bir dünya koyma isteğidir. Absurdün bilincinde olan insanda
umuda yer yoktur. Camus için doğru olan, insanın elinde olan gerçekliğe sıkı sıkıya bağlı
40 Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010, s.138.
41 A.g.e., ss.140-141.
27
kalmasıdır. İnsan aklını bir köşeye atarak, tüm çabalarını tinsel alanlara çevirerek ve inancını
tanrısal bir inanca, öte dünyaya dayandırarak yaşadığı bu absurd dünyayı yok eder. Sisfos
efsanesinde de görüldüğü gibi, başkaldıran absurd kahramanımız Sisifos’ta da umuda yer
yoktur. Sisifos, iniş ve çıkışını birbirine zıt iki unsur olarak görmeyip bunu döngüsel bir
hareket olarak kabul ettiği için kendisini sonu gelmez bir çabanın uygulayıcısı olarak görmez.
Eğer Sisifos, çabasını düz olarak ve bir yolun sonundaki hedefe doğru yapılan bir ilerleyiş
olarak görseydi mutlu olamazdı. Tepeden aşağı inişine hayatına dahil olmayan bir edim olarak
baksaydı, bu edimi mümkün olduğu kadar çabuk tamamlayıp asıl yaşayışına dönmek isterdi.
Oysa Sisifos için, bu edim yaşayışının bir parçası durumundadır ve Sisifos bunu farkındadır.
Şimdi, düz değil de dairesel olan yolun her noktası, aynı zamanda başlangıç ve sondur. Artık,
taşın günün birinde yukarıda kalacağını ve zahmetinin son bulacağını ummaz. Böyle bir
umudu olsaydı Sisifos, taşın aşağı yuvarlanmasını bir felaket olarak görürdü. Ancak o, taşın
yuvarlanmasını değiştiremeyeceği bir gerçek olarak kabul ettiği için, artık taş onun bir
parçasıdır ve artık taş kendi içinde bir anlama sahiptir.
Sisifos bu işi yapmayı seçmiştir bir bakıma. Kolay yolu seçip, bu hayattan vazgeçip
intihar etseydi Sisifos, Sisifos olamayacaktı. İntihar, yaşamın bizi aştığını ya da yaşamı
anlamadığımızı söylemektir. İntihar yalnızca çabalamaya değmez demektir. Sisifos
“çabalamaya değmez” demeyen hayata başkaldıran insandır, absurd kahramandır.
4.2. Meursault (Yabancı)
Yabancı’nın kahramanı olan Meursault, Cezayir’de memurluk yapan bir Cezayir’li
Fransız’dır. Meursault’un annesinin ölümü, kahramanın cenaze töreni ve tören sonrasındaki
garip davranışları, deniz kıyısında bir Arap’ı öldürmesi ve mahkemede yargılanması romanda
geçen belli başlı olaylardır. Meursault, sıradan ve herkes gibi olan birisi değildir absurdu
yaşayan bir karakterdir. Ahlaka, değerlere, topluma ve hayata yabancıdır. Onun için ölüm de
28
yaşam da, ağlamak da gülmek de, evlenmek de evlenmemek de ‘bir’dir. Annesinin ölümünün
haberini aldığında patronu bile onun için üzülürken Meursault’un düşündüğü tek şey cenaze
töreni için onca yolu gitmenin verdiği zorluk ve cenaze töreninde yaşayacağı sıkıntıdır.
Nitekim cenaze için annesinin yaşadığı yere gittiğinde, annesinin ölüsünün başında beklerken
kahvesini yudumlar ve annesini ziyarete gelen yaşlıları inceler. Annesinin ölümü onun için bir
şey ifade etmiyordur, ne de olsa annesini o öldürmemiştir. Meursault, ölümün yaşamın bir
parçası olduğunu anlayan ve bu gerçeğe göre yaşayan biridir. Bir gün hepimiz öleceğimize
göre ve kimse bundan kaçamayacağına göre Meursault için ölenin arkasından ağlamak
gereksizdir. Bu düşüncelerinden dolayı Meursault ne cenaze töreninde ne de tören sonrasında
hiç ağlamamıştır aksine tören sırasında kendi düşünce aleminde dolaşmış annesinin tabutunu
bir kalem kutusuna, töreni yöneten kişiyi de sahte tavırlı, gülünç birisine benzetmiştir.
Cenazeden sonra evine döndüğünde de yas tutmaz. Aksine, havanın güzelliğinden faydalanıp
sahile gider, denize girer ve bir de kız arkadaş edinir kendine. Meursault’un hayatı işten eve,
evden işe, günümüz insanının yaşamı gibi mekanik bir yaşamdır ama o bundan rahatsızlık
duymaz, o bu mekanikliği farkındadır. Komşusunun her gün aynı saatte köpeğini gezdirmesi,
kız arkadaşının belirli günlerde kendisini ziyaret etmesi onun için bu dünyanın mekanikliğinin
dışa vurumlarıdır. Meursault için her şey ‘bir’dir. Onun için fark eden bir şey yoktur çünkü,
her şeyin sonunda ne de olsa ölüm vardır. Meursault saçmadır, saçmayı yaşayandır ve
dürüsttür. Kız arkadaşı ‘beni seviyor musun’ dediğinde ‘hayır’ diyen kahramandır. Kendisine
evlenmek isteyip istemediği sorulduğunda, bir yere gitmeyi isteyip istemediği sorulduğunda
ve bunun gibi bazıları önemli bazıları önemsiz olan bir çok soruya ‘bence bir’ cevabını
verendir. Meursault’un işlediği cinayet de hayatı gibi absurddur. Sırf hava sıcak diye, sırf
güneş gözüne geliyor diye bir arabı öldürmüştür. O anda bile içinden şu sözleri söyler
Meursault; ‘‘insan ateş eder de, edemez de. Bence ikisi de bir.’’42 İşte Meursault’un bu
42 Camus, Albert, Yabancı, (çev. V. Günyol), İstanbul:Can Yayınları,2006 , s.60
29
söylemleri bize absurdle başbaşa kalan bir insanın tavrını gösterir. İşlediği cinayetten sonra,
yargılanma sürecinde bile sakin tavrı onu başkalarının gözünde suçlu göstermeye yetmiştir.
Özellikle yargılanma sürecinde dikkat çeken başka bir nokta da, Meursault’a yöneltilen
suçlamaların odak noktasının, annesinin ölümüne ağlamaması olduğudur. Annesinin
ölümünden sonra yas tutmayan, ağlamayan biri pek tabi cinayet işleyebilir ve hatta cani bile
olabilir. Halbuki ölüm yaşam kadar gerçektir, yaşam kadar dokunur insanın hayatına. Bir
insan yaşıyor diye gülmüyor sevinmiyorsak, bir insan öldü diye ağlayıp yas tutmak
gereksizdir. Çünkü Meursault için ölüm de yaşam da birdir.
Bu roman bizlere, absurd duygusunun bireysel bir örneğini göstermekle beraber,
Sisifos Söyleni’nden farklı olarak, absurde karşı bir savaş ya da takınılabilecek eylemsel bir
tavır sunmamaktadır.
Meursault’un durumu 20.yüzyılın “popülerleşen” felsefi akımı olan varoluşçuluğun
tarif ettiği insan tipinin bir örneği niteliğinde sayılabilir. 20.yüzyılın insanı; yığınlaşma içinde
tek insan- birey gittikçe kendi özelliğinden, kendi kişisel özgürlüğünden çözülme, kopma
durumuna geçiyor. Tek insan kayboluyor. Kitle içinde sıradan bir insan oluyor. Tek kişinin
kişisel sorumluluğu gittikçe herhangi bir parti, bir ortaklık, bir dernek, herhangi bir kollektif
düzen içinde ortadan kalkıyor. Modern insan bir devlet hastanesinin doğum kliniğinde
dünyaya geliyor, oradan yuvaya, yuvadan okula, sonra da ya bir fabrika ya da bir büroya
geçiyor. Modern insan artık kendi yaşamını sürdürmüyor, ölümü bile kendinin değil çoğu
kez.43 Modern insanın mekanik durumu Meursault’un mekanik hayatı ile özdeş görünse de
Meursault kollektivizmden uzak bir yaşam seçiyor kendine. Kurallara, değerlere, normlara
uymaması, Meursault’un hayatın bu sıradanlığı, insanın bu sıradanlık arasında
kaybolmuşluğunun farkında olmasındandır. Meursault varoluşçuluğun izlerini taşıyan bir
karakterdir. Tüm benliğinde gerek sıkıntıları ve kaygıları gerekse hayata karşı takındığı
43 Akarsu,Bedia, Çağdaş Felsefe, İstanbul:İnkılap Kitabevi,1994, s.189
30
umursamaz tutumuyla varoluşun sıkıntısını ve anlamsızlığını bizlere gösterir. Varoluşçuluk
her şeyden önce bir isyan felsefesidir. Onların başkaldırışları, her yerde hüküm süren
sağduyusuzluk ve anlamsızlığa karşıdır. Varoluşçuluk, içinde bulunduğu çağın sorunlarını
hem yansıtan, hem de ona tepki gösteren bir felsefedir. Bu yüzden varoluşçu filozoflar
çağımız kişisinin bırakılmışlığını, yalnızlığını ve umutsuzluğunu belirtmekle yetinmezler,
onlar ayrıca, kişinin kendini tanımasını, özünü yaratmasını ve baskıdan kurtulmasını da
isterler. İnsanı hiçe sayan felsefi ve siyasi sistemlere, insan kişiliğini silen toptancı topluma
karşı koyar, gerekirse başkaldırırlar. Örneğin Kierkegaard, bireyi silikleştiren toplumu hor
görür. Jaspers, bireylerin her işine karışan devletin kişiyi yutmasından yakınır. Tüm varoluşçu
filozofların, farklı yaklaşımlar sergilemelerine rağmen, ortak konulara değinmelerini sağlayan
en önemli unsur ‘insan’dır. Aynı zamanda, varoluşçuluğun ne olduğuna ortak bir yanıt
verememelerinin sebebi de insandır. Camus her fırsatta kendisinin bir varoluşçu olmadığını
söylese de dünyaya yabancı olan Meursault, özellikle kalabalığın içinde bir toz parçası gibi
gibi görünmez ve farkedilmez oluşu ve hayatın mekanikliği içinde tıpkı bir robot gibi
kendisine söylenileni yapmasıyla varoluşçuluğun izlerini taşıyor. Varoluşçuların günümüz
insanının durumu olarak nitelendirdikleri kollektivizmin içinde boğulmuş insan tipi
Meursault’un romanın son kısmına kadar takındığı tavırla uyum gösteriyor. Romanın son
kısmı hariç, Meursault sanki sağır ve dilsiz gibidir. Absurdun bilincinde olmayan sağır ve
dilsiz birini andırır. O, eylemsiz ve başka türlü davranamayan biridir. Meursault’un asıl
absurd kişiliği romanın son kısmında ortaya çıkar. Romanın son bölümüne kadarki tavrıyla
Meursault umursamaz, tasasız kaygısız bir karakter olarak gösteriliyor, Sisifos gibi değil,
yaşamak için mücadele etmiyor, yaşamın değerini her şeyden üstün tutarak tüm ülkesinin bu
hayat olduğunu farkında olarak geçirmiyor günlerini. Ölse de kalsa da fark etmez onun için.
Ne zaman ki Meursault infazını beklemek için hücreye atılıyor o zaman onun da tıpkı Sisifos
gibi olduğunu anlıyoruz.
31
Ölümün soluğunu yanı başında hisseden Meursault, Sartre’ın dediği gibi hayattan tek
kurtuluş yolunun ölüm olduğunu düşünmüyor. Sartre’a göre hayat bize belirli roller yüklüyor
ve bizler bu rollere kendimizi uydurmak için kendi kendimizi kandırıyoruz. Sartre için en
tehlikelisi insanın kendini kandırması ve ona göre bu kendini kandırma durumundan
kurtulmanın tek yolu da ölüm. Halbuki Meursault hayattan kurtulmak istemiyor çünkü tek
hayatın bu hayat olduğunu biliyor. Son günlerinde günahlarından arınması için yanına
gönderilen papaza karşı olan tutumu onun ölümü ve ölüm gerçeğinin bu dünyaya getirmiş
olduğu öte dünya düşüncesini tüm benliği ile kabullenmek istemeyişi yaşama karşı olan
bitmek bilmeyen tutkusunu gösteriyor. Papazla geçen konuşmalarında başka bir dünyaya karşı
bir susuzluğu olduğunu fakat o başka dünyanın da yine bu dünya olduğunu belirtiyor.
Meursault absurde karşı takınılacak olan tutumlardan belirgin olarak başkaldırıyı seçmemiş
olsa da özellikle, Camus’nün dediği gibi çoğu insanın absurdle başa çıkma yolu olan umuttan
da hayır beklemiyor. Meursault’un hayatında umuda yer yok. Papaz ona, ‘‘hiç mi umudunuz
yok, ölüp bütün bütün yok olacağınız düşüncesiyle mi yaşıyorsunuz?’’ diye sorduğunda
Meursault hiç düşünmeden ‘‘evet’’ cevabını veriyor.
Romanın büyük bir kısmında ‘bence bir’’ diyen Meursault, hayatını bu tavır içinde
geçirmiş olsa da son kısımda, infazını beklediği hücrede kendisini arındırmaya gelen papaza
bence bir demiyor. Bu tutumuyla birlikte Meursault’un tavrında belirgin bir değişiklik
olduğunu görüyoruz. ‘‘eski’’ Meursault olsa, bir insanın ölümüne yol açacağını bile bile
bence bir diyen Meursault olsa, papazın ona anlattıklarını da yine aynı mekaniklik ve
boşvermişlik içinde bence bir diyerek dinlerdi. Oysa Meursault’un tavırlarında bir kopuş
oluyor. Hücreye girmesiyle Meursault voruluşçuların deyimi ile hiçlikle başbaşa kalıyor.
Papaza karşı olan sert tutumunun nedeni onun artık hiçliğin uçurumunda tutunacak hiç bir dalı
olmadan beklemesinden kaynaklanıyor. Meursault kısıtlı zamanını inanmadığı ve
inanmayacağı bir şey için ikna edilmekle harcamak istemiyor. bo, bu kısıtlı zamanını umut
32
etmekle değil kendiyle başbaşa kalıp düşünmekle geçirmek istiyor. Ölümünden önce
annesinin niçin son zamanlarını yaşadığını bile bile hayata yeniden tutunmak istediğini
anlıyor. Kendisi de o an, annesini düşündüğü an, her şeyi yeni baştan yaşamaya hazır
hissettiğini anlıyor. Meursault son kertede karşımıza dünyaya yabancı biri olarak değil,
başkaldıran biri olarak çıkıyor:
Sanki bu büyük öfke beni kötülüklerden arındırmış, umuttan kurtarmıştı. İşaretler ve
yıldızlarla yüklü olan bu gecede, kendimi ilk kez olarak, dünyanın tatlı kayıtsızlığına
açıyordum. Dünyayı kendime bu kadar eş, bu kadar kardeş bulunca, anladım ki,
eskiden mutluluğa ermişim. Hatta hala da mutluyum. Her şey tamam olsun, kendimi
pek yalnız hissetmeyeyim diye, benim için artık idam günümde bir sürü seyirci
bulunmasını ve beni nefret çığlıklarıyla karşılamalarını dilemekten başka bir şey
kalmıyordu.44
44 Camus, Albert, Yabancı, (çev. V. Günyol), İstanbul:Can Yayınları,2006 ,s.117
33
5. Sonuç
Albert Camus gerek düşünceleri gerek hayatı ve gerek verdiği eserler bakımından 20.
yüzyılın içinde bulunduğu toplumsal durumu en iyi anlatan sanatçı-filozoflardandır. Camus,
dünyanın akla uygun olmayışını ve bu uygunsuzluktan doğan absurd duygusunu
düşüncelerinin ve eserlerinin hareket noktası yapmıştır. Bundan dolayı absurd, onun
felsefesinin temel kavramıdır. Felsefesini oluşturmasında kendi yaşamının etkileri de oldukça
büyüktür. Küçük yaşya babasını savaşta kaybetmesi Camus’nün hayatında yeri dolmayacak
bir boşluğa neden olmuştur. Yaşadığı çağdaki siyasi olaylar ve savaşlar eserlerindeki
karamsar havayı açıklamakla birlikte daha derin bir okumayla Camus’nün kendi çağında
yaşadığı bütün bu olumsuzluklara, savaşlara ve ölümlere rağmen çağdaşlarına göre daha
iyimser bir düşünür olduğu anlaşılabilir. Camus’nün karamsarlığı iyimserliğinden
kaynaklanır. Onun iyimserliği hayatın her şeye rağmen yaşanılası olmasındandır. O, tabiatı,
doğayı ve özellikle insanı her şeyden üstün tutar.
Camus’ye göre absurdün ortaya çıkışının bazı nedenleri vardır. Bunlar;
a. ölüm gerçeğinin beraberinde gelen absurd duygusu,
b. aklın bu dünyayı anlama ve açıklama çabasının başarısız olması
c. 20. yüzyılda rasyonalizme karşı oluşan tepkilerdir.
Absurd duygusunun ortaya çıkışını, hayatın monotonluğu ve mekanikliği, insanın
kendinin zamanın bir malı olduğu düşüncesine varması ve bunları takiben kendine ve
başkalarına yabancılaşması izler. Camus absurd duygusuyla başa çıkmanın üç yolu olduğunu
söyler. Bunlar; umut, intihar ve başkaldırıdır. Hepimiz hayatımız boyunca bir şeyler başarmak
için hatta hayatta kalmak için çabalarız. Fakat kimi zaman bu çabalarımızın boşuna olduğunu
ne de olsa her şeyin ölüm ile biteceğini düşünüp bir sıkıntıya düşeriz. İşte, Camus’ye göre, her
yaşamın sonunda ölüm olduğu düşüncesi içimizi doldurduğu anlar bizim absurd duygusunu
34
yaşadığımız anlardır. Çoğu insan absurd duygusuyla başbaşa kaldığında umuda sığınır fakat
Camus için umut kaçınılması gereken bir tutumdur. Umut, dinlerin beraberinde getirdiği öte
dünya düşüncesine dayanır ve insanı bu dünyadan koparır. İnsan bu dünyanın insanıdır ve öte
dünya onu bu dünyanın gerçekliğinden koparıp başka dünyalara özlem duymasını sağlar.
Camus’ye göre kötülüklerin, felaketlerin, absurd bir dünyada insanın çaresizliklerinin nedeni
Tanrı’dır ve Camus Tanrı’ya ya da dine umut bağlamaz. Başka bir kaçış yolu da intihardır.
İntihar Camus’ye göre umuttan çok daha saçma bir yoldur. İnsanoğlu hep ölümsüzlüğü ister
fakat insanın ne yaparsa yapsın kaçamayacağı tek şey ölümdür. Yaygın bir deyiş vardır; her
ölüm erken ölümdür. Camus’ye göre de “her ölüm erken ölümdü”; böyle olmasına rağmen
intihar zaten gelecek olan bir ölümü daha da çabuklaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Ona
göre, hayat anlamdan ne kadar yoksunsa o kadar yoğun yaşanmalıdır, öyleyse absurd
karşısında insanın eylemi intihar olmamalıdır. Kendisine bir varlık nedeni arayan insan bu
varlık nedenini ancak başkaldırıda bulabilir. Başkaldırı aynı anda hissedilen bir onaylama ve
yadsıma duygusudur. İnsan sonlu yaşamı içinde hem evet hem hayır diyerek, ölümü aynı anda
hem değilleyip hem evetleyerek başkaldırır.
Sisifos Söyleni ve Yabancı eserlerinde Camus “absurd duygusu”nu yaşayan
karakterleri bizlere göstermiştir. Sisifos karakteri absurd duygusunu bilinçli bir şekilde
yaşayan, hayata olan tutkusundan, yaşama arzusundan dolayı bitmeyecek bir cezaya
çarptırılan fakat buna rağmen ne umuda ne de intihara bel bağlamayıp dünyaya başkaldıran
bir karakterdir. Yabancı’nın Meursault’u ise absurdü farkında olmadan yaşayan, topluma
değerlere yaygın inançlara ve dine karşı duran fakat bunu bilinçsiz bir şekilde, başka türlü
davranamadığı için yapan bir karakterdir. Meursault’un başkaldırısı 20. yüzyıl insanının
mekanikleşen yaşamına karşı bir başkaldırıdır.
Camus savaşlar içinde geçen, ölümlerin sıradanlaştırıldığı insanın ve yaşamın
değerinin kaybolduğu bir çağda insana ve yaşama değerini kazandırmaya çalışan bir
35
düşünürdür. Siyesetin, dinin, toplumun ve değerlerin insanı kendi değerinden uzaklaştırdığını,
insanı yabancılaştırdığını söyleyen Camus bu yabancılaşma karşısında insanın durumunu
gösterir. Dünyanın realitesi olarak akıldışılığı ve kötülüğü gördüğü halde, iyimser olmayı ve
yaşamayı seçmiş, adaletsizliğe, ırkçılığa, savaşlara, sömürgeciliğe karşı çıkmış ve kendini
başkaldırma felsefesinin somut bir örneği olarak ortaya koymuştur.
36
KAYNAKÇA
 Akarsu, Bedia, Çağdaş Felsefe, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1994
 Beauvoir, Simone de, Denemeler, İstanbul: Payel Yayınları, 1989, Çev. Asım Bezirci
 Bozkurt, Nejat, 20.Yüzyıl Düşünce Akımları, İstanbul: Sarmal Yayınları,1998
 Camus, Albert, Yabancı, İstanbul: Can Yayınları, 2006, Çev. Vedat Günyol
 Camus ,Albert, Tersi ve Yüzü, İstanbul: Can Yayınları, 2009, Çev. Tahsin Yücel
 Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, İstanbul: Can Yayınları, 2010, Çev. Tahsin Yücel
 Camus, Albert, Sisifos Söyleni, İstanbul: Can Yayınları, 2010, Çev. Tahsin Yücel
 Cruickshank, John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, İstanbul: De Yayınevi,
Eylül 1965, Çev. Rasih Güran
 Erhat, Azra, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2011
 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul: Birey
Yayıncılık, 1995
 Özçınar, Şahin, Albert Camus’nün Felsefesinde Başkaldırı ve Nihilizim, Felsefe
Logos, İstanbul: Bulut Yayınları, Mart/Haziran 2002, sayı 17

More Related Content

Viewers also liked

Philosophy lecture 11
Philosophy lecture 11Philosophy lecture 11
Philosophy lecture 11Mr-Mike
 
Prakarya ppt
Prakarya pptPrakarya ppt
Prakarya pptyopidwi12
 
Prakarya (Bahan Lunak)
Prakarya (Bahan Lunak)Prakarya (Bahan Lunak)
Prakarya (Bahan Lunak)Radika II
 
PPT Tugas Prakarya
PPT Tugas PrakaryaPPT Tugas Prakarya
PPT Tugas Prakaryanidaanisah24
 
İGV 2015 öğrenci kopyası powerpoint
İGV 2015 öğrenci kopyası powerpointİGV 2015 öğrenci kopyası powerpoint
İGV 2015 öğrenci kopyası powerpointMustafa Durmuş
 
RPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XII
RPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XIIRPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XII
RPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XIIDiva Pendidikan
 
RPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XI
RPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XIRPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XI
RPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XIDiva Pendidikan
 
Risk Management Process in OH&S
Risk Management Process in OH&SRisk Management Process in OH&S
Risk Management Process in OH&SAhmed-Refat Refat
 

Viewers also liked (15)

The Myth of Sisyphus
The Myth of SisyphusThe Myth of Sisyphus
The Myth of Sisyphus
 
Death by Philosophy ;-)
Death by Philosophy ;-)Death by Philosophy ;-)
Death by Philosophy ;-)
 
Absurdismo camus
Absurdismo camusAbsurdismo camus
Absurdismo camus
 
Philosophy lecture 11
Philosophy lecture 11Philosophy lecture 11
Philosophy lecture 11
 
Marx
MarxMarx
Marx
 
Prakarya ppt
Prakarya pptPrakarya ppt
Prakarya ppt
 
Karl Marx
Karl MarxKarl Marx
Karl Marx
 
Prakarya (Bahan Lunak)
Prakarya (Bahan Lunak)Prakarya (Bahan Lunak)
Prakarya (Bahan Lunak)
 
Camus, "The Myth of Sisyphus"
Camus, "The Myth of Sisyphus" Camus, "The Myth of Sisyphus"
Camus, "The Myth of Sisyphus"
 
Igv 2015 öğr kop 2
Igv 2015 öğr kop 2Igv 2015 öğr kop 2
Igv 2015 öğr kop 2
 
PPT Tugas Prakarya
PPT Tugas PrakaryaPPT Tugas Prakarya
PPT Tugas Prakarya
 
İGV 2015 öğrenci kopyası powerpoint
İGV 2015 öğrenci kopyası powerpointİGV 2015 öğrenci kopyası powerpoint
İGV 2015 öğrenci kopyası powerpoint
 
RPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XII
RPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XIIRPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XII
RPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XII
 
RPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XI
RPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XIRPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XI
RPP Prakarya dan Kewirausahaan - Kerajinan SMA Kelas XI
 
Risk Management Process in OH&S
Risk Management Process in OH&SRisk Management Process in OH&S
Risk Management Process in OH&S
 

Similar to Albert Camus'de Absurd

Jean Paul Sartre kimdir?
Jean Paul Sartre kimdir?Jean Paul Sartre kimdir?
Jean Paul Sartre kimdir?Konu Anlatımı
 
Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam adlı eseri üzerinden yabancılaşma ve modernizm ka...
Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam adlı eseri üzerinden yabancılaşma ve modernizm ka...Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam adlı eseri üzerinden yabancılaşma ve modernizm ka...
Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam adlı eseri üzerinden yabancılaşma ve modernizm ka...Furkan Cangir
 
Theodor W. Adorno Minima Moralia
Theodor W. Adorno   Minima MoraliaTheodor W. Adorno   Minima Moralia
Theodor W. Adorno Minima MoraliaOncü Yıldız
 
Kurk mantolu madonna sabahattin ali
Kurk mantolu madonna   sabahattin aliKurk mantolu madonna   sabahattin ali
Kurk mantolu madonna sabahattin aliozankagan
 
Türklüğün tarihteki derinliği üzerine
Türklüğün tarihteki derinliği üzerineTürklüğün tarihteki derinliği üzerine
Türklüğün tarihteki derinliği üzerineibrahimokur
 
BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ
BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİBEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ
BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİibrahimokur
 
Sanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern toplumaSanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern toplumaMmm z
 
Özgürlükten Kaçış
Özgürlükten KaçışÖzgürlükten Kaçış
Özgürlükten Kaçışkaosakatki
 
A special album of davetname
A special album of davetnameA special album of davetname
A special album of davetnamebeyazarifakbas
 
Kadin Filozoflar
Kadin FilozoflarKadin Filozoflar
Kadin Filozoflarymb
 
TARİHİN KÖTÜYE KULLANILMASINA ÖRNEK HİNT AVRUPACILIK
TARİHİN KÖTÜYE KULLANILMASINA ÖRNEK HİNT AVRUPACILIKTARİHİN KÖTÜYE KULLANILMASINA ÖRNEK HİNT AVRUPACILIK
TARİHİN KÖTÜYE KULLANILMASINA ÖRNEK HİNT AVRUPACILIKibrahimokur
 

Similar to Albert Camus'de Absurd (20)

Jean Paul Sartre kimdir?
Jean Paul Sartre kimdir?Jean Paul Sartre kimdir?
Jean Paul Sartre kimdir?
 
Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam adlı eseri üzerinden yabancılaşma ve modernizm ka...
Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam adlı eseri üzerinden yabancılaşma ve modernizm ka...Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam adlı eseri üzerinden yabancılaşma ve modernizm ka...
Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam adlı eseri üzerinden yabancılaşma ve modernizm ka...
 
Theodor W. Adorno Minima Moralia
Theodor W. Adorno   Minima MoraliaTheodor W. Adorno   Minima Moralia
Theodor W. Adorno Minima Moralia
 
Kurk mantolu madonna sabahattin ali
Kurk mantolu madonna   sabahattin aliKurk mantolu madonna   sabahattin ali
Kurk mantolu madonna sabahattin ali
 
Theodor Adorno ve Popüler Kültür
Theodor Adorno ve Popüler KültürTheodor Adorno ve Popüler Kültür
Theodor Adorno ve Popüler Kültür
 
Umberto eco_+
Umberto eco_+Umberto eco_+
Umberto eco_+
 
Türklüğün tarihteki derinliği üzerine
Türklüğün tarihteki derinliği üzerineTürklüğün tarihteki derinliği üzerine
Türklüğün tarihteki derinliği üzerine
 
Kader resimleri
Kader resimleriKader resimleri
Kader resimleri
 
BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ
BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİBEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ
BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ
 
Sanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern toplumaSanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern topluma
 
Özgürlükten Kaçış
Özgürlükten KaçışÖzgürlükten Kaçış
Özgürlükten Kaçış
 
A special album of davetname
A special album of davetnameA special album of davetname
A special album of davetname
 
Andre Weil kuralı
Andre Weil kuralı Andre Weil kuralı
Andre Weil kuralı
 
Andre Weil kuralı
Andre Weil kuralıAndre Weil kuralı
Andre Weil kuralı
 
sdafasf
sdafasfsdafasf
sdafasf
 
Kadin Filozoflar
Kadin FilozoflarKadin Filozoflar
Kadin Filozoflar
 
Sokrates
SokratesSokrates
Sokrates
 
TARİHİN KÖTÜYE KULLANILMASINA ÖRNEK HİNT AVRUPACILIK
TARİHİN KÖTÜYE KULLANILMASINA ÖRNEK HİNT AVRUPACILIKTARİHİN KÖTÜYE KULLANILMASINA ÖRNEK HİNT AVRUPACILIK
TARİHİN KÖTÜYE KULLANILMASINA ÖRNEK HİNT AVRUPACILIK
 
Naziler ve Atatürk
Naziler ve AtatürkNaziler ve Atatürk
Naziler ve Atatürk
 
Minimalizm
MinimalizmMinimalizm
Minimalizm
 

Albert Camus'de Absurd

  • 1. 1 T.C. MALTEPE ÜNİVERSİTESİ FEN - EDEBİYAT FAKÜLTESİ FELSEFE BÖLÜMÜ Mezuniyet Projesi ALBERT CAMUS’DE ABSURD Hazırlayan Bilge Yanılmaz Danışman Yrd. Doç. Dr. Güncel Önkal Mayıs, 2012 İstanbul
  • 2. 2 ÖZET Albert Camus felsefesini ‘‘absurd’’ kavramı üzerine kurar. Absurdün nedenleri ve sonuçları üzerinde durur. Absurdun ortaya çıkışının en önemli nedeni olarak insanın kendine ve dünyaya yabancılaşması oladuğunu belirleyen Camus, bu yabancılaşmadan ve absurdden kaçış yolu olarak insanların umuda ve intihara sığındığını söyler. Camus’ye göre absurd ile başa çıkmanın yolu ne boş bir umur ne kendisi de absurd olan inithara yeltenmektir. Absurd ile başa çıkmak için başkaldırmak gerekir. Bu çalışmada Camus’nun başkaldırı felsefesi Sisifos Söyleni ve Yabancı eserlerindeki iki farklı karakterin absurd ile olan karşılaşmalarındaki ortaklıklardan hareketle ele alınmaktadır. Anahtar Sözcükler: Absurd, Yabancılaşma, İntihar, Umut, Başkaldırı
  • 3. 3 İÇİNDEKİLER ÖZET...............................................................................................................................2 İÇİNDEKİLER...............................................................................................................3 İTHAF/TEŞEKKÜR ......................................................................................................4 GİRİŞ..............................................................................................................................5 1. CAMUS’NÜN ABSURD HAYATI...........................................................................7 2.ABSÜRD KAVRAMI ve CAMUS ...........................................................................11 2.1. Sartre’da Absurd.............................................................................................17 3. ABSÜRDE KARŞI DURMAK ................................................................................19 4. CAMUS’NÜN ABSÜRD KAHRAMANLARI ........................................................24 4.1. Sisifos..............................................................................................................24 4.2. Meursault ........................................................................................................27 5.SONUÇ ........................................................................................................................33 KAYNAKÇA...................................................................................................................36
  • 4. 4 Teşekkür Tez konusunun seçiminde, planlanmasında ve yürütülmesinde her türlü yardım ve desteği gösteren tez danışmanım Sayın Yrd. Doç. Dr. Güncel Önkal’a ve yaşam boyu öğrenmenin önemini sürekli vurgulayıp, hayatta umuda hep yer bırakmak gerektiğini bana söyleyen, absürdün kötümserliğini güneşin iyimserliğine çeviren annem N. Tülay Taluğ’a sonsuz teşekkürlerimle.
  • 5. 5 GİRİŞ Doğa bilimleri ve sosyal bilimlerin pozitivizm etkisiyle gelişmesiyle felsefe hayattan kopuk, salt teorik ve bir o kadar da soyut ve göreceli bir alan gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Felsefe kendi içinden doğurduğu bu bilimlerin eleştirisi altında ezilmiş ve eski parlark günlerini yitirmiştir. Öyle ki, Eskiçağda doğayı anlamlandırmaya çalışan filozoflar bilimin gelişmesine, Rönesans filozofları edebiyatın ve sanatın gelişmesine, 19. yüzyıl filozofları siyaset biliminin gelişmesine önemli katkılar sağlamış olsalar da günümüzde bu katkılar unutulmuş ve felsefe ‘‘deli işi’’ olarak adlandırılmaya, alay konusu kılınmaya başlanmıştır. İçinde bulunduğumuz kapitalist dünya, insanı vahşi kapitalizmin çarklarından biri haline getirerek araçsallaştırmış ve insanı üretim-tüketim döngüsünde kaybolmaya kadar sürüklemiştir. 20. yüzyılın başlarında yaşanılan savaşlar ölümleri sıradanlaştırmış, kötülüğü, adaletsizliği, ırkçılığı ve her türlü ayrımcılığı insanın doğasının sanki bir parçasıymış gibi göstermeye çalışmıştır. İnsanın içine düştüğü (ya da düşürüldüğü) bu durum 20.yüzyılda ortaya çıkan felsefe akımlarını da etkilemiştir. Bu yüzyılda orataya çıkan akımlardan bazıları; fenomenoloji, post-modernizm, yaşama felsefesi, yeni ontoloji ve içlerinde en popülerleşmiş olanı olan varoluşçuluktur. Varoluşçuluğun oldukça popülerleşmesinin nedeni olarak, insanın kalabalığın içinde kaybolmuşluğu ve insanın değerinin unutulmuşluğunu kuşkusuz söyleyebiliriz. Akla ve insanlık ideallerine tam olarak uymayan bu dünyada, teknik aklın insanı kendi kölesi haline getirdiği bu dünyada, varoluşun nedenini araştıran varoluşçu filozoflar bu araştırmalarında kendilerini karamsarlığın pençesinden kurtaramamışlardır. Varoluşçu filozoflar arasında görülen fakat her fırsatta kendisinin bir varoluşçu olmadığını söyleyen Albert Camus, bu bağlamdan hareketle, çok da haksız sayılmaz. Camus felsefesini sonsuz bir karamsarlık ya da sonu nihilizme varan bir sistem içinde kurmamıştır.
  • 6. 6 O, yaşamın değerini ve güzelliğini ortaya çıkarmak için hayatın gerçeklerini adeta bir tokat gibi yüzümüze vurmayı tercih etmiştir. Camus’nün, 20. yüzyılın karamsar havası içinde kendine iyilik yaratmaya çalışması, insanın değerini her fırsatta öne çıkarması ve felsefenin hayatın dışında değil hayatın içinde olduğunu göstermesi Camus’yü incelememin nedenleri arasında en başta gelenlerdir. Camus bir sanatçı filozoftur. Salt, terimsel, zor anlaşılır felsefi eserler vermemiştir. O, romanlarında, tiyatro oyunlarında, denemelerinde ‘‘felsefe yapan’’ bir filozoftur. Camus’nün bu tutumu, benim gözümde, diğer bütün felsefeciler arasından sıyrılmasını sağlayan durumlardan bazılarıdır. Felsefe insan aklının, düşünmenin ve insan olmanın şimdiye kadar yarattığı en büyük eserdir; bu nedenle felsefe sadece ‘‘felsefe camiasına’’ hitab etmemelidir. Bu bağlamda herhangi bir ortalama okur-yazar, Camus’nün bir eseri ile haşır neşir olduğunda, anlayamayacağı bir çok kavramla karşı karşıya kalmaz. Aksine, Camus’yü okuyanlar, eserde kendini, hayatını bulur; “insanlığı”nı bulur. Camus’nün felsefesi sanatın içindeki felsefedir; hayatın içindeki felsefedir. O, felsefeyi hayatın içinden koparıp akademi sıralarında ezbere yapılan bir eğitimde ya da entellektüeller arasında yapılan seçkinci-terime dayalı, böbürlenerek yapılan konuşmalarda değil; yaşamın kendisinde, insanın düşünmesinde, yapıp etmelerinde yeniden ortaya çıkaran çağımızın en önemli aydınlarındandır.
  • 7. 7 1. Camus’nün ‘‘Absurd’’ Hayatı Albert Camus (1913-1960) gerek eserleri, gerek yaşantısı, gerek tutum ve davranışlarıyla “20. yüzyılın aydını’’ sıfatını taşıyan bir düşünürdür. Camus’yü anlamak için; öncelikle yaşadığı çağın sorunlarını, içinde bulunduğu şartları anlamak gerekir. Camus, 20. yüzyılın sorunlarını felsefesinin derinliklerinde işlemiş bir düşünürdür. Çağın sorunlarının yanı sıra kendi hayatında yaşadığı zorluklar ve çatışmalar Camus’yü ‘’absurd’’e iten, onu, ölümle biten bu saçma hayatı sorgulamaya götüren durumlardır. Camus, Fransız asıllı bir baba ve İspanyol asıllı bir annenin Cezayir’de dünyaya gelmiş çocuğudur. Daha bir yaşını doldurmadan babasını savaşta kaybeden Camus, annesinin temizlikçilik yaparak kazandığı parayla, öğrenimine zor şartlarda devam etmiştir. Camus’nün hayatında ilkokul öğretmeni Louis Germain’in önemli bir yeri vardır. Öğretmeni, Camus’nün kaderini adeta değiştirmiştir. Lise öğrenimi için yeterli maddi imkânlara sahip olmayan Camus, öğretmeninin yardımıyla lise öğrenimi için burs alır; fakat bu kez de ailesinin engeliyle karşılaşır. Büyük annesi Camus’nün okumak yerine çalışmasını, ailesine yardımcı olmasını istemiştir. Camus’nün farklı bir öğrenci olduğunu küçük yaşta farkeden öğretmeni Germain, Camus’nün ailesini ikna edip onun liseye gitmesini sağlamıştır. İlkokul öğretmeni gibi yüksek öğrenim döneminde kendisinden felsefe dersleri aldığı öğretmeni Jean Grenier de Camus’nün farklı bir öğrenci olduğunu anlamış ve düşüncelerini şu sözlerle dile getirmiştir; ‘’Camus sadece zihin tembelliğine karşı mücadele etmemiş, daha da fazla olarak kalbin tembelliğine karşı olmuştur. O, mücadele etmekten yorulmadıysa, sevmekten asla yorulmadığı içindir. O, Nietszche’nin soylu kimdir? sorusuna çağımızın en iyi cevabını veren insandır.’’1 1Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995,s.14
  • 8. 8 Küçük yaşta babasını kaybetmesi Camus’nün hayatında ve felsefesinde dönüm noktası olmuştur. Camus ilk kez kırk yaşında, yirmi dokuz yaşında ölen babasının mezarını bulur. Bu ziyaretin Camus’de yaşattığı etkiler ve duygular, onun düşüncelerinin kendi hayatının içinden geldiğinin kanıtıdır. Babasının mezarı başında duran Camus hayatı bir kez daha sorgular: ‘’Babanın oğuldan yaşlı olması gerekirken, oğul babadan yaşlı ise bu hayatta bir düzensizlik, varoluşta bir karmaşa var demektir .’’2 Camus, mezarı başında babasının ölümüne sebep olan savaşa ve tüm savaşlara lanet eder. Hayatının bir çok döneminde insan hakları savunuculuğu yapması idama karşı çıkması hayatın değerini, en yüce değer kabul etmesi bu nedendendir. Bu tutumu, onun kimileri tarafından el üstünde tutulmasını sağlarken kimileri tarafından da dışlanmasına neden olmuştur. Camus 1934 yılında komünist partiye katılsa da partide çok uzun kalamamıştır. Camus’nün hayatı üzerine yazılanlara baktığımızda, onun, hiç bir zaman dogmatik bir görüşe sahip olmadığı, hiç bir görüşe körü körüne bağlanmadığı, her zaman bir felsefeci gözüyle olaylara, olgulara dışardan bakıp eksiklikleri ve yanlışları gördüğü kabul görmektedir.3 Bu tutumundan dolayı özellikle Sovyet Devriminin sonuçlarına getirdiği eleştiriler yüzünden komünist partiden ihraç edilmiş ve komünizmden ziyade sosyalizme bağlı olduğunu belirtmiştir.4 Özellikle Doğrular eserinde sorguladığı ve sorgulattığı düşünceler (doğru olan nedir? insanlık mı devrim mi?) bu örgütler çerçevesinde şekillenir. 1935 yılında İş Tiyatrosu’nu kurarak hayatında önemli bir yere sahibi olan tiyatroya başlamıştır. 1937 yılında kendisinin de “en iyi eserim” dediği, felsefesinin temelini ve özünü ortaya koyan Tersi ve Yüzü eserini yazmıştır. Tersi ve Yüzü’nde Camus dünyanın ikili yapısına işaret eder. Gençlik- ihtiyarlık, yaşam-ölüm, mutluluk-mutsuzluk, basitlik- derinlik vb. ikilikler hep dünyanın iki yüzünü ifade eder: 2 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995,s.14 3 Bknz: Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995, ss.14-15 4 A.g.e. ss.15-16
  • 9. 9 Bir adam bir gün sokakta eski bir dostuna rastlar. Dostu adamla biraz dalgın konuşur, adam eve gittiğinde kendini öldürür. Sonra gizli dertlerden, bilinmeyen dramlardan söz edilir. Hayır, ille de bir neden gerekirse dostu kendisiyle dalgın konuştuğu için öldürmüştür adam kendini. Böyle işte, dünyanın derin anlamını duyar gibi olduğum her seferde, onun basitliği şaşırttı beni hep.5 Bu eserinde Camus’nün felsefesinde üzerinde durduğu temel kavramlar ortaya çıkıyor: Absurd bir dünyanın ortasındaki birlik aşkı, hiçbir şey tarafından doldurulamayan aşk ihtiyacı, dünyanın derin değil absurd olan yanı. Camus, Tersi ve Yüzü’nde yaşama aşkı ile ölüm arasındaki absurd ilişkiyi ortaya koyar. Yaşama umutsuzluğu ölümle belirir. Ölüm, insanı hayata bağlar. Çünkü yaşama umutsuzluğu yoksa, yaşama aşkı da yoktur. Bu eser aynı zamanda onun dünyasının bu dünya olduğunu, ‘’bütün ülkem bu dünyadır’’ düşüncesini ortaya koyduğu bir eserdir.6 Onun, çağının kuşkularına ve özlemlerine tanıklık etmesi, eserlerindeki umutsuz havayı da açıklamaktadır. İki büyük savaş geçiren ve üçüncüsünün korkusu altında yaşayan bir dünyada umuttan çok umutsuzluk nedeni var gibidir. Camus’nün genellikle karanlık konuları ele aldığı yadsınamaz bir gerçektir. Camus, hem nihilist kötümserlik, hem de kolay iyimserlik aşırılıklarından kaçınmaya çalışır. Camus kötümserliği gerçekten aşmak istediği halde boyuna zorbalık, saçmalık ve ölüm üzerine yazmak zorunda kalmıştır. Elbette ki benim kendime güçlü bir dayanak olarak belirtebileceğim bir iyimserliğim yok. Bütün kendi kuşağımla birlikte ben de ilk dünya savaşının trampet sesleri içinde doğdum ve o günden bu yana bizim tarihimiz bir cinayet, adletsizlik ya da zorbalık öyküsü olarak gelişti. Bugün rastladığımız gerçek kötümserlik, bu yabanlıklar ve alçaklıklar üzerinde yapılmakta olan bir alışveriştir. Ben kendi bakımımdan, bu dejenerelikle durmadan savaştım; ben yalnızca zalimlerden tiksinirim. Ben nihilizmimizin en karanlık derinliklerinde bile yalnızca nihilizmi aşmak yollarını aradım.7 Camus, felsefesini, düşüncelerini oluştururken karamsarlıktan, umutsuzluktan yola çıkar fakat bu yolculuk umutsuzluk durağında değil, aksine, umutsuzluğa hayır diyen, her 5Camus, Albert, Tersi ve Yüzü, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2009,s.27. 6 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995,s.17 7 Cruickshank,John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965, s.25.
  • 10. 10 şeye rağmen yaşamın ‘’yaşanılası’’ olduğunu bilen ‘’başkaldıran’’ insanların memleketinde biter. Yaşam ölümle bitiyor diye kapayacak mıyız gözümüzü, yüreğimizin kapılarını bu yaşanılası dünyanın güzelliklerine, bunlar yanında insanların acılarına, çaresizliklerine? Yaşadığımız sürece mutlu olmaya ve mutluluk yaratmaya bakmalıyız ve mutluluk bir yerde, her yerde, hiç bir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir.8 Camus’nün yaşamı gibi ölümü de absurddür. Yaşama bu kadar derinden bağlı olmasına rağmen hayatı daha 47 yaşındayken geçirdiği bir araba kazası ile sonlanmıştır. Hayatını anlattığı İlk Adam ve Mutlu Ölüm eserleri ölümünden sonra yayınlanmıştır. 8Camus, Albert, Yabancı, (çev. V. Günyol), İstanbul:Can Yayınları,2006 ,s.8.
  • 11. 11 2. Absurd Kavramı ve Camus: Başkaldırı ve absurd kavramlarını hayatının ve eserlerinin merkezine alan Camus’yü anlamak için öncelikle ‘’absurd’’u incelemek gereklidir. “Absurd” sözcüğü, sözlüklerde “anlamdan yoksun olan”, “saçma”, “akıl dışı”, “akla aykırı”, “anlamsızlık”, “akıl almaz”, “akla sığmaz”, vb. anlamlara gelir. Latincesi ‘‘absurdus’’tur. Sağır, dilsiz anlamlarına gelen ‘‘surdurs’’tan türemiştir. Kısacası absurd kelimesi sözlüklerde ‘‘akla, mantığa uymayan, abes, boş, saçma ,anlamsız’’ kelimeleriyle karşılanabilmektedir. Geniş anlamda felsefi bir terim olarak absurd ‘’anlamı olmayan her şey’’dir. Bu anlamda dünya, insan absurd’dür.9 Yaşamın kendisinde bir anlamı gerçekten var mıdır? Bu soru, felsefenin sürekli sorması gereken en temel sorudur. Bu soru, insanın hem kendisini hem de dünyayı bilinçli bir şekilde sorgulama ve kavramaya yönelten ve aynı zamanda onun felsefi etkinliğinin özünü oluşturan bir sorudur. Böylesine yaşamsal bir soruya, tüm varoluşçu filozoflar değinmiş olsalar da, Camus’nün soruya vermeye çalıştığı yanıt oldukça özgün ve farklıdır. Bu dünyada bulunuşun ya da yaşamın anlamının neliğine dair sorun Camus’de aynı zamanda yaşamın yaşanmaya değer olup olmadığının sorgulanmasını da beraberinde getirir. Yaşamın sorgulanması, ancak ölüm olgusu ile birlikte bir anlam kazanabilir çünkü, Camus’ye göre yaşama gerçek anlamını veren ölümdür. Camus, yaşamın anlamını sorgulamakla işe başlasa da, bireyin bu dünyadaki varoluşuna anlam katabilecek somut ve ussal bir neden bulamaz. İçinde yaşadığımız dünya ve bizim bu dünya içindeki varlığımız başlı başına anlamdan yoksun, saçma ya da uyumsuzdur. Camus açısından, insanın bu dünyadaki varlığını anlamak ve bu varlığa bir anlam katmak çabası ise sonsuz bir çabadır. Camus dünyaya adını ilk kez Yabancı adlı romanı ile duyurmuştur. Hitler ordusunun Fransa’yı işgal ettiği bir dönemde, çevresine ve kendine yabancılaşmış bir insancığın 9 Gündoğan, Ali Osman,Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995,ss.55-56.
  • 12. 12 serüvenidir bu roman. Saçma, bir serüvendir. Bu romanda absurd duygusu ile absurd kavramı arasındaki ayrılık karşımıza çıkar. Bir insan, absurd kavramını tanımadan absurd duygusuyla yaşayabilir. Yabancının kahramanı Meursault absurd kavramının farkında olmayan ama absurd duygusunu yaşayan birisidir. Absurd duygusunun ortaya çıktığı ya da bu duygunun ortaya çıkmasına zemin hazırlayan durumları değerlendirerek şunları söyleyebiliriz; a) Hayatın monotonluğu ve mekanikliği: Camus’ye göre hayatı değiştirmek hemen hemen imkansızdır. Yabancı’nın kahramanı Meursault’a göre hayat, Paris’te de Cezayir’de de hep aynıdır. Günümüzün modern şehir hayatı, her gün aynı koşuşturma, aynı işler absurdün ilk habercisidir. Camus monotonluğun absurdü uyandırışını şu sözleri ile dile getirir: Dekorların yıkıldığı olur, yataktan kalkma, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde salı çarşamba perşembe cuma cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Yalnız bir gün ‘’neden?’’ yükselir ve her şey bu şaşkınlık kokan bıkkınlık içinde başlar.10 Hayatın monotonluğunun anlaşılmasından sonra ortaya çıkan durum; insanın zamanın bir malı olduğu bilincine ulaşmasıdır. Camus’ye göre geleceğe dayanarak yaşarız. Ama yarın da bugün gibi olur, geleceği değiştirme gücümüz yoktur. Yarın, bizi ölüme bir adım daha yaklaştırır oysa biz hep ölümsüzlüğü isteriz. Yarından kaçmamız gerekirken, hep yarını özleyip beklememiz bir çelişki değil midir? Camus, yarın beklentimiz ve bu beklentimizin boşluğu hakkında şunları söyler: Yarın, ilerde, iyi bir işim olunca, yaşlandıkça anlarsın. Bu tutarsızlıklara hayran kalmamak elde değil, çünkü ne de olsa ölmek var işin içinde. Gene bir gün gelir, insan otuz yaşında olduğunu görür ya da söyler. Gençliğini belirtir böylece. Ama, aynı anda, zamana göre yerini de belirtir. Zamanın içinde yerini alır. Geçmesi gerektiğini söylediği bir eğrinin belirli bir anındadır. Zamanın malıdır, içinin ürpertiyle dolması üzerine, en kötü düşmanı olarak görür onu. Yarını istiyordu hep, tüm benliğinin 10 Camus, Albert ,Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010,s.31.
  • 13. 13 bundan kaçması gerekirken, yarının gelmesini diliyordu. Etin bu başkaldırışı, uyumsuz budur işte.11 b) Yabancılaşma: Bu durum Pascal ve Kierkegaard’dan beri varoluşçuların biricik çıkış noktası olmuştur.12 Saçma birçok insanın çeşitli derecelerde duyumsadığı, yabancı bir dünyada tek başına bırakılmış olma duygusundan da kaynaklanır. Bu tek başına kalma duygusunu varlığımızın rastgele ve gelişigüzel olduğu duygusu da doğurabilir. Saçma kavramı, birey ve dış dünya arasındaki kapatılması olanaksız uçurumu belirler. Bilinmeyen bir gücün dünyaya fırlattığı insanlar, bu duruma karşın o dünyanın parçası değildirler. Yerleşmek istediklerinde yurt diye nitelendirebilecekleri bir yer bulamazlar. Yaşamlarını anlamlı bir biçimde sürdürmek, güvenlik altında olmak isterlerken, varoluşun türlü rastlantılarının elinde oyuncak olduklarını algılarlar. Özgür olmak isterlerken doğanın nedenselliğinden kurtulamadıklarını görürler. Sonsuza dek mutlu yaşamak isterlerken, kendilerini her şeye son veren ölümün karşısında bulurlar. Yaşam sevgisinin karşısına, yaşam karşısındaki çaresizlik dikilir. Yaşamını türlü çekişmeler içinde geçiren insanoğlu ne denli uzun yaşarsa, kendini dünyaya o denli yabancı bulur.13 Camus bu yabancılığı şu şekilde açıklar: Birdenbire düşlerden, ışıklardan yoksun kalmış bir dünyada kendisini yabancı bulur insan. Yitirilmiş bir yurdun anısından ya da adanmış bir toprağın umudundan yoksun olduğu için, bu sürgünlük çaresizdir. İnsanla hayatı, oyuncuyla dekoru arasındaki kopma, saçmalık duygusunun ta kendisidir.14 Kendimiz ve diğer insanlar arasındaki kapatılmaz boşluk ve kendimizin bile kendimize yabancı olduğu duygusu bize absurdü hissettirir. İnsan diğer insan varlıklarından temel ayrılığını hissetmeye başlar. Camus bu durumu şu benzetmelerle açıklar: İnsanlar da insandışı bir şeyler salgılar. Kimi uyanıklık saatlerinde, devinimlerinin mekanik görünüşü, anlamdan yoksun pantomimleri, çerçevelerindeki her şeyi 11 A.g.e, s.32. 12 Bknz: Akarsu, Bedia, Çağdaş Felsefe, İstanbul:İnkılap Kitabevi,1994,ss.187-192. 13 Bozkurt, Nejat, 20.Yüzyıl Düşünce Akımları, İstanbul:Sarmal Yayınları,1998,s.132. 14 Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010,s.18.
  • 14. 14 saçmalaştırır. Bir adam camlı bölme ardından telefonla konuşur; sesi duyulmaz, ama istenilen yere ulaşılamayan yüz devinimleri görülür; bu adamın niçin yaşadığını sorar insan kendi kendine. İnsanın bile insandışılığı karşısında bu rahatsızlık, kendimizi yansıtan bu görüntü karşısında bu hesaba gelmez düşüş (…) saçmadır.15 İnsan üç şeye karşı yabancılık duyar; kendine, dünyaya ve başkalarına. Saçmanın bir diğer kaynağı da budur. Simone de Beauvoir yabancılaşan insanı şöyle anlatır: Bir çocuk gördüm ağlıyordu. Çünkü evlerinin kapıcısının oğlu ölmüştü. Anası- babası önce bıraktılar ağlasın, sonra sıkıldılar bundan. ‘Niye ağlıyorsun?’ dediler. ‘Senin kardeşin değildi ki o!’. Çocuk gözlerini sildi. Korkunç bir şey öğrenmişti. Demek ki yabancı bir çocuk için ağlamak gereksizdi! Peki ama, kardeşi için niye ağlayacaktı? Onun için de ağlamayabilirdi. Kadın ‘Sus’ dedi, ‘Çizmeyi aşma! Senin aklın ermez böyle işlere!’. Hır çıkarmaya gelen kocasını önledi. Adamcağız yatıştı, uzaklaştı. Bir süre sonra kadın kocasını yardıma çağırdı: ‘Yoruldum, üşüyorum, gel!’ dedi. Yalnızlığa gömülen erkek şaşarak baktı karısına. Düşündü içinden: ‘Bana ne üşüyorsan?’ öyle ya, karısından ona neydi? Düşüncelerini daha da ileriye götürdü: Hindistan onu ne ilgilendirirdi? Yunanistan nesineydi? Ne diye şu toprağı, şu kadını, şu çocukları benim saymalı? Gerçi şuradaki çocuklar benim soyumdan, yanımdaki kadın benim karım, ayak bastığım yer benim toprağım; ama onlarla aramda hiçbir bağ yok gerçekte.16 İnsan, bir türlü kendi yerini yurdunu, varlığını bulamaz. Onun etrafındakilere, hatta kendi varlığına karşı bile duyduğu bu yabancılık, onu, bu dünyaya ait bir varlık olmaktan çıkarır ve kendisine ayrı bir sorumluluk yükler. İnsan öyle bir varolandır ki, kendisini var etmesi, yabancısı olduğu bu dünyada sürekli olarak anlamsızla mücadele etmesiyle gerçekleşebilir. Başka bir deyişle insan sürekli olarak kendini var etmek zorunda olan bir varolandır. Zaten Camus için bu sorunun başlangıcıdır. Camus’nün dediği gibi “ağaçlar arasında bir ağaç, hayvanlar arasında bir kedi olsaydım, bu hayatın anlamı olurdu, daha doğrusu bu sorunun hiç anlamı olmazdı, çünkü dünyadan bir parça olurdum. Bu dünya olurdum, oysa şimdi bütün bilincimle, bütün yatkınlık gereksinimimle onun karşısındayım.’’17 15 A.g.e, s.26. 16 Beauvoir,Simone de, Denemeler, (çev: A. Bezirci),İstanbul:Payel Yayınları,1989,ss.15-16 17Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010,s.74
  • 15. 15 c) Absurd karşısında bilimin yetersizliği: İnsan ne kendisi ne başkaları ne de dünya hakkında kesin olarak “bunu biliyorum!” diyemez. İnsanın tek bileceği kendi içindeki yüreğin varlığına inanmaktır; bir de dokunabildiği/duyumsayabildiği dünyanın varolduğu yargısına ulaşmaktır. Ama bundan ötesine geçmeye çalıştı mı insan, varlığından kuşku duymadığı ‘ben’i kavramaya çalıştı mı her şey bir su gibi akıp gider parmakları arasından.18 İnsan varoluşu konusunda kesin bir yargıya varamadığı sürece hep kendi kendine yabancı kalacaktır. Kendine, başkalarına ve dünyaya yabancılaşan insan bir çıkış yolu arar bu umutsuzluğundan, yalnızlığından kurtulmak için. Zaman ona bilimi getirir. Olguları kesin bir biçimde bilme, evrendeki oluşun nedenlerini bilerek ussal yoldan açıklama arzusu olarak bilim bile evrenin ussallığını temellendirmede güçsüz kalmaktadır. Varsayımlar üzerinde yükselen, kesinlikten uzak olan bilim, bu dünyayı bize anlaşılır kılmamakta ve bu dünyanın uyumsuzluğunu ya da saçmalığını gizleyememektedir. Aklın kendisi bir gerçeklik oluşturabilme yeteneğinden yoksun olduğu gibi kendi kendini temellendirebilme yeteneğinden de yoksundur. Us, bana, hem kendimi hem de içinde bulunduğum dünyayı anlama olanağı veremez. Camus bu çıkmazı şu sözleri ile dile getirir; ‘‘kendi kendime de dünyaya da yabancıyım, yardım umacağım tek şey de bir şeyi kesinlemeye yeltenir yeltenmez kendi kendini yadsıyan bir düşüncedir.’’19 Bilim, dünyayı betimler; sınıflandırmalar yapar; yasalar koyar. İnsan bu umutsuz yabancılıktan kurtulmak için bunlara inanır, doğru olduklarını kabul eder; en önemlisi umut eder; varoluş zincirindeki özünü bulacağını sanır. Oysa bilim; bu sihirli evrenin özünü açıklamaya çalışırken önce atom, atomdan elektron ,elektronlardan da bu elektronların görünmez bir çekirdek çevresinde toplandığı gezegenler bütününün varolduğu bilgisini verebilir ancak. İşte o zaman insan –ister yabancı, ister uyumsuz, ister absurd insan diyelim- 18 Bknz: Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010,ss.36-38 19Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010, s.38
  • 16. 16 bilimin boş, dünyanın da yabancı olduğunu anlar. Ve böylece akıl ile ilerleyen bilim bile bizlere dünyanın absurd olduğunu söylemiş olur. d) Absurd karşısında aklın yetersizliği: Camus’nün felsefesinin bir çok aydın tarafından benimsenmesine absurd ile akıl arasında kurduğu ilişkinin neliği neden olmuştur. Öyle ki geleneksel felsefenin rasyonalizmine karşı oluşan tepki, sadece Camus’nün absurdu ile de sınırlı değildir. Absurd düşüncesinin oluşmasına zemin hazırlayan en önemli nedenlerden biri –kuşkusuz- geleneksel felsefenin, rasyonalizmin ortaya attığı düşüncelerin reddidir; çünkü saçma fikri tarihsel içeriği bakımından akla karşı davranışın yoğun bir içeriği olarak görülür. Özellikle Hegelci felsefede, insan karşısında akıl ile kavranabilecek bir dünya umar fakat insan bu akli dünya yerine kendi deneyimlerine dayanan, akılla uzlaşmayan, anlamdan yoksun bir dünya bulur.20 İşte, bunalımın bu insan tipi, aradığı anlamın dünyada olmadığını görünce absurd duygusu ile karşılaşır. Absurd, kendi aklıyla dünyayı bir bütün olarak kavramak ve açıklamak isteyen fakat aklı ile deneyimlediği dünya arasında bir uzlaşma bulamayan insanın durumunda gizlidir. Rasyonalizmin klasik yorumuna göre, özellikle Descartes ile Hegel’in düşüncelerinde dünya anlamlı ve organize bir bütündür. Hegel’e göre dünyayı nasıl görmek isterseniz, dünya size öyle görünür. Akli olan gerçek, gerçek olan da aklidir.21 Camus’de ise insan dünyaya yabancıdır. Aklın bu dünyayı kavrayamayacağını, aklın kavradığı dünya ile bu dünya arasında uçurum olduğunu söyleyenler de Camus’nün absurdüne hizmet etmişlerdir. Kierkegaard ile birlikte varoluşçu filozoflarda ve çağdaş felsefi akımlarda bu akılcı düşünce sistemlerine tepkiler doğmuştur. Camus bu tepkileri haklı tepkiler olarak görür ve şunları söyler: ‘‘Jaspers’den Heidegger’e, Kierkegaard’dan Chestov’a, görüngücülerden Scheler’e kadar (...) amaçları ile birbirlerinin karşıtı olan tüm bu düşünceler ailesi aklın geniş yolunu kapatmaya ve gerçeğin doğru yollarını tekrar bulmaya 20 Bknz: Cruickshank,John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965 ss.79-83 21 Gündoğan, Ali Osman,Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995,s.72
  • 17. 17 koyuldular.’’22 Rasyonalizme karşı oluşan bu tepkiler ışığında bu tepkileri gösteren filozofların her birinin korku içinde olduklarını söylemek de yanlış olmayacaktır çünkü, bu akılla kavranamayan, tanıdık bildik olmayan dünya karşısında insanın durumu endişelidir. Bilinmedik bir dünya içinde yaşamak zordur. Camus, insanın endişesini şöyle ifade etmektedir: Ya her şey bana açıklansın istiyorum ya hiç. Ama kalbin bu çığlığı karşısında akıl güçsüzdür. Ruh bu gereksinimleri arıyor,çelişkilerden, saçmalamalardan başka bir şey bulamıyor. Anlamadığımın dayandığı bir şey yok. Dünya bu akla aykırılıklar ile dolu. (...) Bir kez olsun işete bu açık diyebilsek her şey kurtulmuş olur. Ama bu insanlar hiçbir şeyin açık olmadığını, insanın ancak kendisini çevreleyen duvarlar konusunda açık görüşlülüğü ve kesin bilgisi bulunduğunu söylüyorlar.23 Böylece gerek absurd duygusu gerek bilim ve felsefe ile dünyayı açıklayamama ve gerekse rasyonalizme karşı oluşan tepkiler absurd fikrinin temelini oluşturmuş oluyorlar. 2.1. Camus’den Sartre’a Absürd: Absurdün Sartre’ın felsefesinde de önemli bir yeri vardır. Camus de insan bilincinden doğan ve dünya-biliç şeklinde iki kahramanı olan absurd, Sartre’a göre tamamen dünyanın düzeni olarak ve ontolojik bir kıvamda karşımıza çıkar. Sartre’a göre iki varlık tipi vardır; kendinde varlık ve kendisi için varlık. Kendinde varlık evren, kendisi için varlık insan bilincidir. Absurd kendinde varlığın temel bir özelliğidir, bu varlık yaratılmamıştır ve ne mümkün olandan çıkarılabilir ne de zorunlu olandan. Bu durumda Sartre’a göre absurd olma, kendinde varlığın temel bir karakteri olarak ortaya çıkmakta ve hiçbir şeye dayanmadan mevcut olmaktadır. Camus’ye göre dünya absurddür demek mümkün değilken Sartre’a göre bunu demek mümkün olacaktır. Ayrıca, Camus’de insanın dünya ile karşılaşması absurdün kendisini ortaya çıkarırken, Sartre’da absurd dünya ile karşılaşma bulantıya neden 22 Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010, s.40 23 A.g.e., s.44
  • 18. 18 olmaktadır.24 Sartre, Camus’nün absürde verdiği anlam ile kendisinin verdiği anlamın farklı olduğunu şöyle ifade eder: Camus’nün felsefesi bir saçma felsefesidir. Ona göre saçma, insan ile dünya, insanın akılsal istekleri ile dünyanın akılsızlığı arasındaki ilişkiden doğar. Bundan çıkardığı temalar klasik kötümserlik temalarıdır. Ben saçmayı Camus’nün bu sözcüğe bağladığı skandal ya da hayal kırıklığı olarak tanımlıyorum. Benim saçma dediğim şey, çok ayrı bir şeydir. Varlığın evrensel olanağıdır, ama varlığın temeli değildir; saçma varlığın görülen, ispatlanamayan ilk niteliğidir.25 Sartre’ın bu sözlerinden de anlaşıldığı gibi Camus’nün absürdü insana ve insanın bilincine bağlıdır. Absurd, Sartre’da olduğu gibi dünyanın kendisinde bize verilmiş, özü gereği absurd değil, insanın yaşamı ile ortaya çıkan, bu dünyadaki saçmalığı farkına varan, uyumsuz olan insanın yaşadığı duygudadır. 24 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995, s.73 25 Cruickshank,John, Albert Camus veBaşkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965,s.73
  • 19. 19 3. Absürde Karşı Durmak Camus absurd karşısında takınılacak üç tutumdan bahseder; umut, intihar ve başkaldırı. Tanrı fikri insana umut verir, bu dünyanın acıları, mutsuzlukları, ızdırapları bir Tanrı fikri ile birlikte katlanılası bir hal alır. Öte dünya düşüncesi insana umut verir, bu dünyanın acılarına öte dünyada sonsuz mutluluğa ulaşmak için katlanır insan. Fakat, absurd’de umuda yer yoktur, Camus’ye göre bu dünyadaki savaşların,acıların,mutsuzlukların nedeni de bir Tanrının olmayışındandır. Alberes, bu konuda şunları söyler; ...insan ne yaptığını bilerek, talihin bütün kötülüklerini karşısına alarak,boşuna hayallere kapılmayı teperek seçmeli yaşamı. İnsanın yaşamı tam anlamıyla seçmesi demek,yaşamın saçma, dünyanın haksız, Tanrı’nın sağır olabileceğini düşünmüş olması demektir. İnsan her şeyi kaybetmeli ki her şeyi alabilsin.26 İnsan eylemlerinin dayanağını oluşturabilecek hiçbir değerin bulunmaması, bu nedenle insan eylemlerinin ne iyi ne kötü, yani değerden yoksun olması, Nietzsche’nin belirttiği tarzda, Tanrı’nın ölümüyle yakından ilişkilidir. Tanrı’nın yokluğu, bu evrenin absürdlüğünün en önemli kanıtıdır. Fakat Camus’de iş burada kalmaz, absurd kendisini yaşamın içinde, insanın varlıkla olan ilişkisinde gösterir. Tanrı’nın yokluğunun yanı sıra yaşamın ve dünyanın saçma oluşu kendini ölüm olgusunda açığa çıkarmaktadır. Ölüm absurdün, saçmanın kendisidir. Yaşamın zorunlu olarak bir ölümle son bulacağı gerçeği, yaşamın kendinde barındırdığı saçma, uyumsuz ve absurdlük durumundan başka bir şey değildir. Yaşamın ölümle son bulacağı gerçeğinden kaçamayan, üstüne üstlük “Tanrı öldü” diyen insan umuttan çok umutsuzluk barındırır içinde. Yaşamın boş olduğunu anlayan insanda, umudun yerini umutsuzluk, buna bağlı olarak da, yaşama isteğinin yerini de ölüm isteği alır. Madem bu dünyada çektiğim acıların bana bir yararı olmayacak, bu acılar bana sonsuz mutluluğun kapılarını açmayacak o halde neden bu acı ve ızdıraba katlanayım der umudunu tümden yitirmiş insan. Madem sonunda ölüm var çabalamak neden? Camus bu soruya şu cevabı verir; 26 Camus, Albert, Yabancı, (çev. V. Günyol), İstanbul:Can Yayınları,2006, s.8
  • 20. 20 Yaşam, yaşanmaya değmediği için insan kendisini öldürür, işte bir gerçek kuşkusuz, ama kısır bir gerçek, çünkü fazlasıyla açık. Ama yaşamaya yöneltilen bu aşağılama, içine daldırıldığı bu yalanlama, hiç anlamı olmamasından mı geliyor? Uyumsuz olması, umut ya da intihar yoluyla kendisinden sıyrılmayı mı gerektiriyor? ... Uyumsuz ölmeyi mi buyurur, tüm sorunlardan önce bu sorunu ele almak,bunu yaparken de tüm düşünce yöntemlerinin, ereksiz us oyunlarının dışında kalmak gerek.27 Saçmanın ona gösterdiği şekliyle hayatın anlamsız olduğuna inanan insan için ‘iyi’ ve ‘kötü’ kavramları ortadan kalkabilir. Eğer hiçbir şeyin anlamı yoksa, eğer değerler yoksa, o zaman cinayet ve zorbalık ne doğru ne de yanlıştır.28 İnsan kendi istekleri doğrultusunda iyi bir şey yapabileceği gibi kötü bir şey de yapabilir. Camus’ye göre intihar ve öldürme aynı şeydir, biri benimseniyorsa, ötekinin de benimsenmesi, biri yadsınıyorsa, ötekinin de yadsınması gerekir. Camus’nün absurdü ile Nietzsche’nin nihilizminin birbiri ile benzer görülmesi ve hatta Camus’nün bu görüşlerinin nihilist bir tutuma sahip olduğunun düşünülmesi bu nedendendir. Fakat, absurd, nihilizm gibi sürekli bir tutum değil aksine olumlu bir davranışın ilk basamağı, bir hareket noktasıdır. Absurd duygusu insanda kendini iki zıt şekilde dışa vurur. Kendisinin ve dünyanın saçma, boş ve değerden yoksun olduğunun bilinci insanda bir hiçlik duygusu ile kendini gösterirken diğer bir yandan da bu saçma ve değerden yoksun dünya içinde onun bu saçmalığına karşı durma, bir başkaldırma duygusunu da kendi içinden yaratır. Absurd karşısında bilinçlenme, insanda iki karşıt duygunun gelişmesine yol açar. Absurd bilinci insanı yaşam ile ölüm arasındaki bir çizgi üzerine konumlar, insan yaşam ile ölüm arasında sürekli seçim yapar, hiçlik ve varoluş duygusunu aynı anda yaşar. Camus’nün uyumsuz (ya da absurd) insanı, varlığında çelişkileri bu denli yoğun yaşayan insandır. İnsan böyle bir durumda içinde bulunduğu dünyanın saçma olduğunu ve bu dünyaya kendisinin uyumsuz olduğunu bilir bu bilme ile de dünyaya olan ‘karşı duruş’u başlar. Bu karşı duruş artık insanın içinde bulunduğu dünya ile uzlaşamaz olduğunu beraberinde getirir. Bu durum uyumsuz 27 Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010, s.26 28 Cruickshank,John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965, s.126
  • 21. 21 insanın varoluşsal ve yazgısal durumudur. Absurd’ün bilinci, doğrudan yaşamın kendisinden kaynaklanan ve ona karşı duran bir bilinçtir. Camus’ye göre uzlaşmaz iki farklı yaklaşım gibi görülen saçma ve başkaldırı aşamaları birbirini bütünleyen düşünsel bir çelişkiye ya da kopukluğa olanak vermeyen aşamalardır. Hatta, bu iki felsefi aşama arasında öncelik ve sonralık ilişkisini, zamansal bir süreçten çok, mantıksal bir süreç, diyalektik bir ilişki olarak görmemiz gerekmektedir. Camus felsefesindeki bu diyalektiği absurdün doğduğu yer olan gerçek dünyanın içinden türetmiştir. Özellikle Yabancı romanında Meurseult’un durumu bunu doğrular niteliktedir. Meurseult, kendisinin değil bu yerleşik düzenin idama mahkum edildiğine inanmaktadır.29 Camus için absurd (ya da saçma), geçici bir durumdur. Saçmanın gerçekliğini görmek, sondan çok bir başlangıçtır. Camus, saçma kavramını oluşturmaktaki amacını şu şekilde açıklamaktadır; “Sisifos Söyleni’nde saçma duygusunu incelediğim zaman bir metot arıyordum, bir doktrin değil. Metodlu şüphe kullanıyordum. Yapıcı çalışmalardan önce gelen ‘temizliği’ yapmaya çalışıyordum.’’30 Bu metodlu şüphe akıllara Descartes’i getirebilir. Camus’nün metodu şu şekilde ilerliyor; absurd duygusu varlığın değerinden şüphe etmemize neden olur, bu şüphe insanı düşünme ve yaşama olanağını kapsayacak kadar ileri götürür. Diğer yandan bu şüphe ne kadar kuvvetli olursa olsun, absurdün ardındaki yaşantıdan şüphe edilemez. Bu saçma yaşantısı, gerçekte bir şaşırma ve başkaldırma duygusudur. Bu şekilde düşünülen başkaldırmanın olumsuz bir kavram olmadığını görüyoruz. Başkaldırı, aynı anda hissedilen onay ve yadsıma duygusunun bir sonucudur. Bu yüzden başkaldırı aynı zamanda hem “evet hem de “hayır” demektir. Camus burada olumsuz bir metodla olumlu değerlere 29 Özçınar,Şahin, Albert Camus’nün Felsefesinde Başkaldırı ve Nihilizim, Felsefe Logos, BulutYayıncılık, 2002, sayı :17, s.82 30 Cruickshank,John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965, s.128
  • 22. 22 varır.31 Buradan hareketle görüyoruz ki, Camus’ye göre absurde karşı sergileyebileceğimiz tek tutum da başkaldırıdır. Camus, başkaldırı ile birlikte, birbiriyle ilişkili üç değerin ortaya çıktığını söyler. Birincisi insanın absurde başkaldırarak kendisini yeniden bulmasıdır. En olumsuz başkaldırılar, örneğin efendisinin bir emrine birdenbire karşı çıkan bir esirin başkaldırısı bile içinde olumlu bir şeyler içerir. Kişinin kendisine zorla yaptırılmak istenen bir şeye karşı çıkması, içinde karşıtlığa karşı az ya da çok bir isteğin bulunduğunu gösterir. Bu ise onun kısa bir süre için bile olsa kendisiyle özdeşleşebileceği bir şeyler olduğu anlamına gelir. Tüm bunları hisseden kişi, “başkaldırıyorum öyleyse varım” diyebilir. İnsan, başka insanlarla beraber yaşayan, başka insanların ezilmişliğine de tanıklık eden bir varlık olarak sadece kendisi için başkaldırmaz. Bireysel başkaldırıyla birlikte, evrensel başkaldırıyı da mümkün kılan kişi, “başkaldırıyoruz öyleyse varız” diyebilir. Bu bakımdan başkaldırma Descartes’in Cogito’suna eşdeğerdir. Bu cogito da insan başkalarının varlığını kesinler.32 “Binlerce örnek başkaldırının yalnızca bireysel olarak hissedilen ezilmeden değil, en azından bir o kadar da başkalarının ezildiğini görmekten kaynaklandığını gösterir.” Camus buradan üçüncü değer olan ‘insanlar arasındaki dayanışma’ya ulaşır. Aykırılığı ele alan bir düşüncenin ilerlemesi bu aykırılığı tüm insanlarla paylaştığını ve insan gerçeğinin, tüm olarak, kendi kendisine ve evrene uzaklığı dolayısıyla acı çektiğini anlamaktır. Bir tek insanın çektiği dert ortak salgın olur. Gündelik acımızda başkaldırı, düşünce düzeyinde, ‘cogito’ nun gördüğü işi görür: ilk kesinliktir. Ama bu kesinlik bireyi yalnızlığından çekip alır. İlk değeri bütün insanlar üzerinde duran bir ortak noktadır. Başkaldırıyorum, öyleyse varız.33 Camus bireysel ve evrensel başkaldırıyı romanlarında örneklendirmiştir. Yabancı’nın Mersault’u nun yaşadığı saçma deneyimi ve bunun sonucundaki başkaldırısı bireyseldir. Gerek bir kölenin efendisine başkaldırışı gerekse tüm toplumun idari düzene başkaldırışı olsun, önemli olan başkaldırının içerdiği değerdir. Sebebi ne olursa olsun hepsinin birleştiği 31 A.g.e, s.133. 32 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995, s.118 33 Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010, s.29
  • 23. 23 nokta başkaldırının gerekliliğidir. Her dönemde haklarının bilincine varan insanlar olmuştur ve olacaktır.34 İnsanın dünyayla karşılaşmasından doğan ve olumsuz bir kavram olan absurd, yaşadığımız hayatın anlamını sorgulayabilmemiz için bir çıkış noktasıdır. Absurd, başkaldıran insanın yaşamında yakaladığı ilk gerçektir. Bu gerçeğin reddedilmesi insanın kendini ve dünyayı reddetmesi anlamına gelmektedir. Bu hayatı tüm saçmalığı ile kabullenmek ve bu bilinçle yaşamak temelinde bir başkaldırıdır. Başkaldırı, kendi haklarının bilincine varmış olan kişinin tavrı olduğu için, aynı zamanda onun varlık şartıdır.35 Başkaldırı insanın kendi varlığını bulmasını sağlamasının yanı sıra başkalarının varlığını fark etmesini de sağlar. Hayatın saçmalığını ve ölümün gerçekliğini tanıyan insanın başkaldırısı, bu hayatı tüm gerçekliği ile yaşamak istemek olmalıdır. Başkaldıran insan ölümü yadsıyan insandır. “Hiçbir şey sürekli değilse, hiçbir şey doğrulanmamışsa, ölen anlamdan yoksundur. Ölüme karşı savaşmak, yaşamın anlamını istemek, kural ve birlik için çarpışmak anlamına gelir.”36 34 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul:Birey Yayıncılık,1995,ss.120-121 35 A.g.e., s.168 36 Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010, s.105
  • 24. 24 4. Camus’nün Absurd Kahramanları 4.1. Sisifos Albert Camus, hayatın anlamsızlığını ortaya koyduğu halde yine de hayatı seçmektedir. Öte dünyayı kabul etmeyişi bu dünyanın güzelliklerinden vazgeçmek istemeyişindendir. Ölüm, insanı hayata bağlayan tek gerçektir. Öyleyse bu hayat ‘’yaşanıyorken’’ yaşanmalıdır, absurd gerçeğini bile bile yaşama evet denmelidir, işte başkaldırı budur ve çözüm buradadır. Başkaldırı, hem hayata gerçek değerini verir, hem de hayata meydan okur. Camus, Sisifos Söyleni’ni felsefesene kattığında temellendirmek istediği düşünce hayatın absurdlüğüdür. Hayatın absurdlüğüne karşı, daha önce de bahsi geçtiği gibi, kaçış yolları vardır. Bunlardan ikisi intihar ve umuttur. Camus’ye göre her iki yol da insanın dünyadaki durumuna ihanet etmektir ve yalnızca zararlı bir çılgınlığı kışkırtmaktan başka işe yaramazlar. Camus’ye göre yapılabilecek tek yararlı şey paradoksu korumak, durumun gerektirdiği gerilimleri ve çatışmaları yaşamaktır. Bu noktada Camus, yaşamın bir anlamı olup olmadığına dair soruyu tersine çevirir. Şimdi, yaşamın anlamdan ne kadar yoksun olursa o kadar iyi yaşanacağı sorusu gündeme gelir. Camus’ye göre intihar, yaşamın bizi aştığını söylemek demektir. Ölüm başlı başına saçma iken, saçmalıktan kurtulmak için ölüme gitmek anlamsızdır. İntihar, saçmaya boyun eğmek, saçmayı onaylamaktır. İntihar saçmayı ortadan kaldıramadığı gibi tersine onu uygular ve yoğunlaştırır. Ölüm saçmanın yönlerinden bir tanesidir. İntihar ise isteyerek atılan bir adım ve ölümün önceden görülmesidir. Oysa saçmanın insanda yarattığı başkaldırma ölüm olayına karşı da başkaldırmadır. Bu çeşit bir başkaldırma insanın intihar yoluyla bile bile kendisini ölüme atması şeklindeki başkaldırmasıyla uzlaşamaz. Kısacası Camus intiharın bir insanın saçmaya karşı takınacağı bir tavır olamayacağını söyler.37 Sisifos efsanesini elealmasından da görüleceği üzere Camus 37 Cruickshank,John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965, ss.90- 91
  • 25. 25 için başkaldıran insan, hayatın absurdlüğüne karşı her şeyiyle “evet” diyen insandır, ne intihardan ne de umuttan medet ummayan insandır. Sisifos sonu olmayan bir kısır döngü içinde sonsuz bir devinimle aynı işi yapmaya mahkumdur. İlkçağ mitolojisinin kalıplarına uyan saçma, su ile işkence yapılan ve çevresindeki ağaçlardan meyve koparamayan Tantalus’un, zincire vurulan ve akbabaların sosuzluğa kadar yiyip duracakları Prometheus’un, ve Camus’nün absurd kahramanı olan, bir kayayı durmandan her seferinde gene aşağı yuvarlanacağını bildiği halde bir tepeye çıkaran Sisifos’un durumlarına benzer.38 Sisifos’un adına ilk olarak Homeros’un Odysseus’unda rastlanır. Odysseus, Sisifos’u şu sözleri ile tanımlar; Sisyphos’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken; yakalamış iki avucuyla kocamam bir kayayı ve kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru. İşte kaya tepeye vardı, varacak, işte tamam ama tepeye varmasına tam bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya. O da yeniden itiyordu kayayı tekmil kaslaırnı gere gere, kopan toz toprak habire aşarken başının üstünden, o da habire itiyordu kayayı kan ter içinde.39 Sisifos, akıllı, kurnaz, herkesi aldatan, tanrısal sırları insanlara açıklayıp kutsal şeylere hakaret eden fakat buna rağmen tanrılara inanan ve başına gelecekleri bildiği halde tanrılara karşı suç işleyen biridir. Sisifos ölümünden sonra kendisini ruhlar ülkesinde bulur. Ölmeden önce karısına kendisi için cenaze yapılmamasını tembihleyen Sisisfos, ruhlar ülkesinde Hades’in karşısına çıkınca karısının kendisine cenaze yapmadığını bu nedenle yeryüzüne tekrar çıkıp karısını cezalandırmak istediğini söyler. Cenazesi yapılmamış olan bir ölünün yakarışlarına acıyan Hades, Sisifos’un bir günlüğüne de olsa ruhlar diyarından dünyaya dönmesine izin verir. Kısıtlı süresi olduğunu bildiği halde kendini dünyanın ve hayatın güzelliklerine kaptıran Sisifos bir daha ölmek ve ruhlar alemine dönmek istemez. Büyük cezalar alacağını bildiği halde, yaşamdan kaçmaz aksine ölümden kaçar fakat sonunda Sisifos 38 Cruickshank,John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul:De Yayınevi, 1965, s. 87 39 Erhat, Azra, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul:Remzi Kitabevi,2011,s.272
  • 26. 26 zorla tekrar ruhlar alemine götürülür. Sisifos’un absurd bir kahraman olduğu buradan bile anlaşılmıştır. Tutkularıyla olduğu kadar, sıkıntısıyla da absurddur Sisifos. Tanrıları hor görmesi, ölüme kin duyması,yaşam tutkusu, tüm varlığı hiçbir şeyi bitirmemeye yönelttiği bu anlatılmaz işkenceye malolur.40 Sisifos’un cezası, her gün yüksek bir tepeye ağır bir kayayı çıkarmaktır. Kaya tepeye her çıktığında eğimden dolayı tekrar aşağı yuvarlanır ve Sisifos her yuvarlanışta kayayı tekrar tepeye taşır. Sisifos yaptığı işin beyhudeliğini bile bile her seferinde kayayı tekrar yüklenir, her çıkışta iniş olduğunu bilerek tüm gücü ile zirveye varmaya çalışır, zirveye geldiğinde ise her şey bitmiş değil aksine her şey bir kısır döngü olarak yeniden başlamıştır. Bu bağlamda Sisifos’un hikayesi absurd olduğu kadar trajiktir de. Sisifos trajiktir ama bir o kadar mutludur da. Camus, Sisifos’un trajikliğinin nedenini başaramayacağının bilincinde olmasına bağlar; çünkü, Sisifos’un yazgısı kendisinindir, kayası kendi nesnesidir. Absurd insan evet der, çabası hiç dinmeyecektir artık. Kişisel bir yazgı varsa üstün alın yazısı yoktur, hiç değilse tek bir alın yazısı vardır, onu da kaçınılmaz bulur ve küçümser Sisifos. Absurd insana, başkaldıran insana, efendisiz olan bu evren ne kısır görünür ne de değersiz. Taşın ufacık parçalarından her biri, karanlık dağın her madensel parıltısı, tek başına bir dünya oluşturur. Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insan yüreğini doldurmaya yeter bu nedenle Sisifos’u mutlu olarak tasarlamak gerekir.41 Etrafının saçma duvarlarla örülü olduğunu anlayan insan, intihar yerine umudu da bir kaçış yolu olarak görebilir ve bu yolla içinde yaşadığı reel dünyadan uzaklaşmak ve kendine saçma olmayan yeni bir dünya inşa etmek ister. Dinler ve Tanrı inancı ile, kişi öte dünya fikrine kavuşur ve artık kişi, içinde başka bir dünyaya yönelik umutlar beslemeye başlar. Camus’ye göre umut, reel olan dünyadan kaçmaktan başka bir şey değildir. Umut, bu dünyayı ortadan kaldırarak, yerine başka bir dünya koyma isteğidir. Absurdün bilincinde olan insanda umuda yer yoktur. Camus için doğru olan, insanın elinde olan gerçekliğe sıkı sıkıya bağlı 40 Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul:Can Yayınları,2010, s.138. 41 A.g.e., ss.140-141.
  • 27. 27 kalmasıdır. İnsan aklını bir köşeye atarak, tüm çabalarını tinsel alanlara çevirerek ve inancını tanrısal bir inanca, öte dünyaya dayandırarak yaşadığı bu absurd dünyayı yok eder. Sisfos efsanesinde de görüldüğü gibi, başkaldıran absurd kahramanımız Sisifos’ta da umuda yer yoktur. Sisifos, iniş ve çıkışını birbirine zıt iki unsur olarak görmeyip bunu döngüsel bir hareket olarak kabul ettiği için kendisini sonu gelmez bir çabanın uygulayıcısı olarak görmez. Eğer Sisifos, çabasını düz olarak ve bir yolun sonundaki hedefe doğru yapılan bir ilerleyiş olarak görseydi mutlu olamazdı. Tepeden aşağı inişine hayatına dahil olmayan bir edim olarak baksaydı, bu edimi mümkün olduğu kadar çabuk tamamlayıp asıl yaşayışına dönmek isterdi. Oysa Sisifos için, bu edim yaşayışının bir parçası durumundadır ve Sisifos bunu farkındadır. Şimdi, düz değil de dairesel olan yolun her noktası, aynı zamanda başlangıç ve sondur. Artık, taşın günün birinde yukarıda kalacağını ve zahmetinin son bulacağını ummaz. Böyle bir umudu olsaydı Sisifos, taşın aşağı yuvarlanmasını bir felaket olarak görürdü. Ancak o, taşın yuvarlanmasını değiştiremeyeceği bir gerçek olarak kabul ettiği için, artık taş onun bir parçasıdır ve artık taş kendi içinde bir anlama sahiptir. Sisifos bu işi yapmayı seçmiştir bir bakıma. Kolay yolu seçip, bu hayattan vazgeçip intihar etseydi Sisifos, Sisifos olamayacaktı. İntihar, yaşamın bizi aştığını ya da yaşamı anlamadığımızı söylemektir. İntihar yalnızca çabalamaya değmez demektir. Sisifos “çabalamaya değmez” demeyen hayata başkaldıran insandır, absurd kahramandır. 4.2. Meursault (Yabancı) Yabancı’nın kahramanı olan Meursault, Cezayir’de memurluk yapan bir Cezayir’li Fransız’dır. Meursault’un annesinin ölümü, kahramanın cenaze töreni ve tören sonrasındaki garip davranışları, deniz kıyısında bir Arap’ı öldürmesi ve mahkemede yargılanması romanda geçen belli başlı olaylardır. Meursault, sıradan ve herkes gibi olan birisi değildir absurdu yaşayan bir karakterdir. Ahlaka, değerlere, topluma ve hayata yabancıdır. Onun için ölüm de
  • 28. 28 yaşam da, ağlamak da gülmek de, evlenmek de evlenmemek de ‘bir’dir. Annesinin ölümünün haberini aldığında patronu bile onun için üzülürken Meursault’un düşündüğü tek şey cenaze töreni için onca yolu gitmenin verdiği zorluk ve cenaze töreninde yaşayacağı sıkıntıdır. Nitekim cenaze için annesinin yaşadığı yere gittiğinde, annesinin ölüsünün başında beklerken kahvesini yudumlar ve annesini ziyarete gelen yaşlıları inceler. Annesinin ölümü onun için bir şey ifade etmiyordur, ne de olsa annesini o öldürmemiştir. Meursault, ölümün yaşamın bir parçası olduğunu anlayan ve bu gerçeğe göre yaşayan biridir. Bir gün hepimiz öleceğimize göre ve kimse bundan kaçamayacağına göre Meursault için ölenin arkasından ağlamak gereksizdir. Bu düşüncelerinden dolayı Meursault ne cenaze töreninde ne de tören sonrasında hiç ağlamamıştır aksine tören sırasında kendi düşünce aleminde dolaşmış annesinin tabutunu bir kalem kutusuna, töreni yöneten kişiyi de sahte tavırlı, gülünç birisine benzetmiştir. Cenazeden sonra evine döndüğünde de yas tutmaz. Aksine, havanın güzelliğinden faydalanıp sahile gider, denize girer ve bir de kız arkadaş edinir kendine. Meursault’un hayatı işten eve, evden işe, günümüz insanının yaşamı gibi mekanik bir yaşamdır ama o bundan rahatsızlık duymaz, o bu mekanikliği farkındadır. Komşusunun her gün aynı saatte köpeğini gezdirmesi, kız arkadaşının belirli günlerde kendisini ziyaret etmesi onun için bu dünyanın mekanikliğinin dışa vurumlarıdır. Meursault için her şey ‘bir’dir. Onun için fark eden bir şey yoktur çünkü, her şeyin sonunda ne de olsa ölüm vardır. Meursault saçmadır, saçmayı yaşayandır ve dürüsttür. Kız arkadaşı ‘beni seviyor musun’ dediğinde ‘hayır’ diyen kahramandır. Kendisine evlenmek isteyip istemediği sorulduğunda, bir yere gitmeyi isteyip istemediği sorulduğunda ve bunun gibi bazıları önemli bazıları önemsiz olan bir çok soruya ‘bence bir’ cevabını verendir. Meursault’un işlediği cinayet de hayatı gibi absurddur. Sırf hava sıcak diye, sırf güneş gözüne geliyor diye bir arabı öldürmüştür. O anda bile içinden şu sözleri söyler Meursault; ‘‘insan ateş eder de, edemez de. Bence ikisi de bir.’’42 İşte Meursault’un bu 42 Camus, Albert, Yabancı, (çev. V. Günyol), İstanbul:Can Yayınları,2006 , s.60
  • 29. 29 söylemleri bize absurdle başbaşa kalan bir insanın tavrını gösterir. İşlediği cinayetten sonra, yargılanma sürecinde bile sakin tavrı onu başkalarının gözünde suçlu göstermeye yetmiştir. Özellikle yargılanma sürecinde dikkat çeken başka bir nokta da, Meursault’a yöneltilen suçlamaların odak noktasının, annesinin ölümüne ağlamaması olduğudur. Annesinin ölümünden sonra yas tutmayan, ağlamayan biri pek tabi cinayet işleyebilir ve hatta cani bile olabilir. Halbuki ölüm yaşam kadar gerçektir, yaşam kadar dokunur insanın hayatına. Bir insan yaşıyor diye gülmüyor sevinmiyorsak, bir insan öldü diye ağlayıp yas tutmak gereksizdir. Çünkü Meursault için ölüm de yaşam da birdir. Bu roman bizlere, absurd duygusunun bireysel bir örneğini göstermekle beraber, Sisifos Söyleni’nden farklı olarak, absurde karşı bir savaş ya da takınılabilecek eylemsel bir tavır sunmamaktadır. Meursault’un durumu 20.yüzyılın “popülerleşen” felsefi akımı olan varoluşçuluğun tarif ettiği insan tipinin bir örneği niteliğinde sayılabilir. 20.yüzyılın insanı; yığınlaşma içinde tek insan- birey gittikçe kendi özelliğinden, kendi kişisel özgürlüğünden çözülme, kopma durumuna geçiyor. Tek insan kayboluyor. Kitle içinde sıradan bir insan oluyor. Tek kişinin kişisel sorumluluğu gittikçe herhangi bir parti, bir ortaklık, bir dernek, herhangi bir kollektif düzen içinde ortadan kalkıyor. Modern insan bir devlet hastanesinin doğum kliniğinde dünyaya geliyor, oradan yuvaya, yuvadan okula, sonra da ya bir fabrika ya da bir büroya geçiyor. Modern insan artık kendi yaşamını sürdürmüyor, ölümü bile kendinin değil çoğu kez.43 Modern insanın mekanik durumu Meursault’un mekanik hayatı ile özdeş görünse de Meursault kollektivizmden uzak bir yaşam seçiyor kendine. Kurallara, değerlere, normlara uymaması, Meursault’un hayatın bu sıradanlığı, insanın bu sıradanlık arasında kaybolmuşluğunun farkında olmasındandır. Meursault varoluşçuluğun izlerini taşıyan bir karakterdir. Tüm benliğinde gerek sıkıntıları ve kaygıları gerekse hayata karşı takındığı 43 Akarsu,Bedia, Çağdaş Felsefe, İstanbul:İnkılap Kitabevi,1994, s.189
  • 30. 30 umursamaz tutumuyla varoluşun sıkıntısını ve anlamsızlığını bizlere gösterir. Varoluşçuluk her şeyden önce bir isyan felsefesidir. Onların başkaldırışları, her yerde hüküm süren sağduyusuzluk ve anlamsızlığa karşıdır. Varoluşçuluk, içinde bulunduğu çağın sorunlarını hem yansıtan, hem de ona tepki gösteren bir felsefedir. Bu yüzden varoluşçu filozoflar çağımız kişisinin bırakılmışlığını, yalnızlığını ve umutsuzluğunu belirtmekle yetinmezler, onlar ayrıca, kişinin kendini tanımasını, özünü yaratmasını ve baskıdan kurtulmasını da isterler. İnsanı hiçe sayan felsefi ve siyasi sistemlere, insan kişiliğini silen toptancı topluma karşı koyar, gerekirse başkaldırırlar. Örneğin Kierkegaard, bireyi silikleştiren toplumu hor görür. Jaspers, bireylerin her işine karışan devletin kişiyi yutmasından yakınır. Tüm varoluşçu filozofların, farklı yaklaşımlar sergilemelerine rağmen, ortak konulara değinmelerini sağlayan en önemli unsur ‘insan’dır. Aynı zamanda, varoluşçuluğun ne olduğuna ortak bir yanıt verememelerinin sebebi de insandır. Camus her fırsatta kendisinin bir varoluşçu olmadığını söylese de dünyaya yabancı olan Meursault, özellikle kalabalığın içinde bir toz parçası gibi gibi görünmez ve farkedilmez oluşu ve hayatın mekanikliği içinde tıpkı bir robot gibi kendisine söylenileni yapmasıyla varoluşçuluğun izlerini taşıyor. Varoluşçuların günümüz insanının durumu olarak nitelendirdikleri kollektivizmin içinde boğulmuş insan tipi Meursault’un romanın son kısmına kadar takındığı tavırla uyum gösteriyor. Romanın son kısmı hariç, Meursault sanki sağır ve dilsiz gibidir. Absurdun bilincinde olmayan sağır ve dilsiz birini andırır. O, eylemsiz ve başka türlü davranamayan biridir. Meursault’un asıl absurd kişiliği romanın son kısmında ortaya çıkar. Romanın son bölümüne kadarki tavrıyla Meursault umursamaz, tasasız kaygısız bir karakter olarak gösteriliyor, Sisifos gibi değil, yaşamak için mücadele etmiyor, yaşamın değerini her şeyden üstün tutarak tüm ülkesinin bu hayat olduğunu farkında olarak geçirmiyor günlerini. Ölse de kalsa da fark etmez onun için. Ne zaman ki Meursault infazını beklemek için hücreye atılıyor o zaman onun da tıpkı Sisifos gibi olduğunu anlıyoruz.
  • 31. 31 Ölümün soluğunu yanı başında hisseden Meursault, Sartre’ın dediği gibi hayattan tek kurtuluş yolunun ölüm olduğunu düşünmüyor. Sartre’a göre hayat bize belirli roller yüklüyor ve bizler bu rollere kendimizi uydurmak için kendi kendimizi kandırıyoruz. Sartre için en tehlikelisi insanın kendini kandırması ve ona göre bu kendini kandırma durumundan kurtulmanın tek yolu da ölüm. Halbuki Meursault hayattan kurtulmak istemiyor çünkü tek hayatın bu hayat olduğunu biliyor. Son günlerinde günahlarından arınması için yanına gönderilen papaza karşı olan tutumu onun ölümü ve ölüm gerçeğinin bu dünyaya getirmiş olduğu öte dünya düşüncesini tüm benliği ile kabullenmek istemeyişi yaşama karşı olan bitmek bilmeyen tutkusunu gösteriyor. Papazla geçen konuşmalarında başka bir dünyaya karşı bir susuzluğu olduğunu fakat o başka dünyanın da yine bu dünya olduğunu belirtiyor. Meursault absurde karşı takınılacak olan tutumlardan belirgin olarak başkaldırıyı seçmemiş olsa da özellikle, Camus’nün dediği gibi çoğu insanın absurdle başa çıkma yolu olan umuttan da hayır beklemiyor. Meursault’un hayatında umuda yer yok. Papaz ona, ‘‘hiç mi umudunuz yok, ölüp bütün bütün yok olacağınız düşüncesiyle mi yaşıyorsunuz?’’ diye sorduğunda Meursault hiç düşünmeden ‘‘evet’’ cevabını veriyor. Romanın büyük bir kısmında ‘bence bir’’ diyen Meursault, hayatını bu tavır içinde geçirmiş olsa da son kısımda, infazını beklediği hücrede kendisini arındırmaya gelen papaza bence bir demiyor. Bu tutumuyla birlikte Meursault’un tavrında belirgin bir değişiklik olduğunu görüyoruz. ‘‘eski’’ Meursault olsa, bir insanın ölümüne yol açacağını bile bile bence bir diyen Meursault olsa, papazın ona anlattıklarını da yine aynı mekaniklik ve boşvermişlik içinde bence bir diyerek dinlerdi. Oysa Meursault’un tavırlarında bir kopuş oluyor. Hücreye girmesiyle Meursault voruluşçuların deyimi ile hiçlikle başbaşa kalıyor. Papaza karşı olan sert tutumunun nedeni onun artık hiçliğin uçurumunda tutunacak hiç bir dalı olmadan beklemesinden kaynaklanıyor. Meursault kısıtlı zamanını inanmadığı ve inanmayacağı bir şey için ikna edilmekle harcamak istemiyor. bo, bu kısıtlı zamanını umut
  • 32. 32 etmekle değil kendiyle başbaşa kalıp düşünmekle geçirmek istiyor. Ölümünden önce annesinin niçin son zamanlarını yaşadığını bile bile hayata yeniden tutunmak istediğini anlıyor. Kendisi de o an, annesini düşündüğü an, her şeyi yeni baştan yaşamaya hazır hissettiğini anlıyor. Meursault son kertede karşımıza dünyaya yabancı biri olarak değil, başkaldıran biri olarak çıkıyor: Sanki bu büyük öfke beni kötülüklerden arındırmış, umuttan kurtarmıştı. İşaretler ve yıldızlarla yüklü olan bu gecede, kendimi ilk kez olarak, dünyanın tatlı kayıtsızlığına açıyordum. Dünyayı kendime bu kadar eş, bu kadar kardeş bulunca, anladım ki, eskiden mutluluğa ermişim. Hatta hala da mutluyum. Her şey tamam olsun, kendimi pek yalnız hissetmeyeyim diye, benim için artık idam günümde bir sürü seyirci bulunmasını ve beni nefret çığlıklarıyla karşılamalarını dilemekten başka bir şey kalmıyordu.44 44 Camus, Albert, Yabancı, (çev. V. Günyol), İstanbul:Can Yayınları,2006 ,s.117
  • 33. 33 5. Sonuç Albert Camus gerek düşünceleri gerek hayatı ve gerek verdiği eserler bakımından 20. yüzyılın içinde bulunduğu toplumsal durumu en iyi anlatan sanatçı-filozoflardandır. Camus, dünyanın akla uygun olmayışını ve bu uygunsuzluktan doğan absurd duygusunu düşüncelerinin ve eserlerinin hareket noktası yapmıştır. Bundan dolayı absurd, onun felsefesinin temel kavramıdır. Felsefesini oluşturmasında kendi yaşamının etkileri de oldukça büyüktür. Küçük yaşya babasını savaşta kaybetmesi Camus’nün hayatında yeri dolmayacak bir boşluğa neden olmuştur. Yaşadığı çağdaki siyasi olaylar ve savaşlar eserlerindeki karamsar havayı açıklamakla birlikte daha derin bir okumayla Camus’nün kendi çağında yaşadığı bütün bu olumsuzluklara, savaşlara ve ölümlere rağmen çağdaşlarına göre daha iyimser bir düşünür olduğu anlaşılabilir. Camus’nün karamsarlığı iyimserliğinden kaynaklanır. Onun iyimserliği hayatın her şeye rağmen yaşanılası olmasındandır. O, tabiatı, doğayı ve özellikle insanı her şeyden üstün tutar. Camus’ye göre absurdün ortaya çıkışının bazı nedenleri vardır. Bunlar; a. ölüm gerçeğinin beraberinde gelen absurd duygusu, b. aklın bu dünyayı anlama ve açıklama çabasının başarısız olması c. 20. yüzyılda rasyonalizme karşı oluşan tepkilerdir. Absurd duygusunun ortaya çıkışını, hayatın monotonluğu ve mekanikliği, insanın kendinin zamanın bir malı olduğu düşüncesine varması ve bunları takiben kendine ve başkalarına yabancılaşması izler. Camus absurd duygusuyla başa çıkmanın üç yolu olduğunu söyler. Bunlar; umut, intihar ve başkaldırıdır. Hepimiz hayatımız boyunca bir şeyler başarmak için hatta hayatta kalmak için çabalarız. Fakat kimi zaman bu çabalarımızın boşuna olduğunu ne de olsa her şeyin ölüm ile biteceğini düşünüp bir sıkıntıya düşeriz. İşte, Camus’ye göre, her yaşamın sonunda ölüm olduğu düşüncesi içimizi doldurduğu anlar bizim absurd duygusunu
  • 34. 34 yaşadığımız anlardır. Çoğu insan absurd duygusuyla başbaşa kaldığında umuda sığınır fakat Camus için umut kaçınılması gereken bir tutumdur. Umut, dinlerin beraberinde getirdiği öte dünya düşüncesine dayanır ve insanı bu dünyadan koparır. İnsan bu dünyanın insanıdır ve öte dünya onu bu dünyanın gerçekliğinden koparıp başka dünyalara özlem duymasını sağlar. Camus’ye göre kötülüklerin, felaketlerin, absurd bir dünyada insanın çaresizliklerinin nedeni Tanrı’dır ve Camus Tanrı’ya ya da dine umut bağlamaz. Başka bir kaçış yolu da intihardır. İntihar Camus’ye göre umuttan çok daha saçma bir yoldur. İnsanoğlu hep ölümsüzlüğü ister fakat insanın ne yaparsa yapsın kaçamayacağı tek şey ölümdür. Yaygın bir deyiş vardır; her ölüm erken ölümdür. Camus’ye göre de “her ölüm erken ölümdü”; böyle olmasına rağmen intihar zaten gelecek olan bir ölümü daha da çabuklaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Ona göre, hayat anlamdan ne kadar yoksunsa o kadar yoğun yaşanmalıdır, öyleyse absurd karşısında insanın eylemi intihar olmamalıdır. Kendisine bir varlık nedeni arayan insan bu varlık nedenini ancak başkaldırıda bulabilir. Başkaldırı aynı anda hissedilen bir onaylama ve yadsıma duygusudur. İnsan sonlu yaşamı içinde hem evet hem hayır diyerek, ölümü aynı anda hem değilleyip hem evetleyerek başkaldırır. Sisifos Söyleni ve Yabancı eserlerinde Camus “absurd duygusu”nu yaşayan karakterleri bizlere göstermiştir. Sisifos karakteri absurd duygusunu bilinçli bir şekilde yaşayan, hayata olan tutkusundan, yaşama arzusundan dolayı bitmeyecek bir cezaya çarptırılan fakat buna rağmen ne umuda ne de intihara bel bağlamayıp dünyaya başkaldıran bir karakterdir. Yabancı’nın Meursault’u ise absurdü farkında olmadan yaşayan, topluma değerlere yaygın inançlara ve dine karşı duran fakat bunu bilinçsiz bir şekilde, başka türlü davranamadığı için yapan bir karakterdir. Meursault’un başkaldırısı 20. yüzyıl insanının mekanikleşen yaşamına karşı bir başkaldırıdır. Camus savaşlar içinde geçen, ölümlerin sıradanlaştırıldığı insanın ve yaşamın değerinin kaybolduğu bir çağda insana ve yaşama değerini kazandırmaya çalışan bir
  • 35. 35 düşünürdür. Siyesetin, dinin, toplumun ve değerlerin insanı kendi değerinden uzaklaştırdığını, insanı yabancılaştırdığını söyleyen Camus bu yabancılaşma karşısında insanın durumunu gösterir. Dünyanın realitesi olarak akıldışılığı ve kötülüğü gördüğü halde, iyimser olmayı ve yaşamayı seçmiş, adaletsizliğe, ırkçılığa, savaşlara, sömürgeciliğe karşı çıkmış ve kendini başkaldırma felsefesinin somut bir örneği olarak ortaya koymuştur.
  • 36. 36 KAYNAKÇA  Akarsu, Bedia, Çağdaş Felsefe, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1994  Beauvoir, Simone de, Denemeler, İstanbul: Payel Yayınları, 1989, Çev. Asım Bezirci  Bozkurt, Nejat, 20.Yüzyıl Düşünce Akımları, İstanbul: Sarmal Yayınları,1998  Camus, Albert, Yabancı, İstanbul: Can Yayınları, 2006, Çev. Vedat Günyol  Camus ,Albert, Tersi ve Yüzü, İstanbul: Can Yayınları, 2009, Çev. Tahsin Yücel  Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, İstanbul: Can Yayınları, 2010, Çev. Tahsin Yücel  Camus, Albert, Sisifos Söyleni, İstanbul: Can Yayınları, 2010, Çev. Tahsin Yücel  Cruickshank, John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, İstanbul: De Yayınevi, Eylül 1965, Çev. Rasih Güran  Erhat, Azra, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2011  Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul: Birey Yayıncılık, 1995  Özçınar, Şahin, Albert Camus’nün Felsefesinde Başkaldırı ve Nihilizim, Felsefe Logos, İstanbul: Bulut Yayınları, Mart/Haziran 2002, sayı 17